-
Namaz ve Dayandığı Deliller
Allah Teâlâ’nın varlığını ve birliğini bilip tasdik etmek en büyük bir farzdır. Bundan sonra farzların büyüğü, en önemlisi ve İslam’ın birinci temeli namazdır. İmanın dışa, topluma yansıyan belirtilerinin başında namaz gelir. Namaz kalbin nuru, gönlün süruru, ruhun gücü, müminin miracı ve insanı Allah’ın huzuruna yükselten bir ibadettir.
Namaz diye tercüme ettiğimiz salat kelimesi, Arapça’da “Dua etmek, hayır duada bulunmak, övmek, tazim etmek” gibi anlamlara gelmektedir.. Allah Teâlâ bir âyette şöyle buyurur: ‘…onlara dua et. Çünkü senin duan, onlar için bir huzur (ve güven)dir. Allah her şeyi işiten, çok iyi bilendir.’(Tevbe/103) Şer’an namaz; tekbir ile başlayıp selâm ile tamamlanan özel hareket ve sözlerden ibaret bir ibadettir. Namaz, insana daima Allah’ı hatırlatarak kalplere sorumluluk duygusunun yerleşmesini sağlar ve böylece kişinin günah işlemesini önler. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır;
(Resûlüm!) Kitab’dan sana vahyedileni oku ve namazı da dosdoğru/gereğine uygun olarak kıl. Çünkü namaz hayâsızlıktan ve kötü şeyden alıkoyar. Allah’ın zikri (namaz)(1) elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.(Ankebut/45)
Peygamberimiz, ‘Sizden herhangi birinizin kapısı önünde bir nehir bulunsa ve o kimse bu nehirde günde beş defa yıkansa kendisinde kirden bir şey kalır mı?’ diye sordu. Dinleyenler;
‘Hiçbir kir kalmaz ya Rasulallah’ diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz;
‘İşte beş vakit namaz da buna benzer, Allah, namazla günahları siler’ buyurdu. (Buhari,’Mevakıtu’s-Salat’,6 ; Müslim,’Salat’,283)
Namazın temizlik ve vücut sağlığı bakımından insana pek çok faydalar sağladığı da bilinen bir gerçektir. Çünkü namaz kılan kimse abdest almak zorundadır. Bu ise günde 5 defa temizlenmek demektir. Ayrıca namazın sahih olabilmesi için beden, elbise ve namaz kılınan yerin temiz olması şarttır. Namaz belirli aralıklarla günde 5 defa kılındığına göre bu durum Müslümanın her zaman temiz olmasını gerektirmektedir.
Kur’an da, bizim peygamberimizden önceki peygamberlerin namaz kılmakla emrolundukları değişik vesilelerle belirtilmektedir. (bk. Bakara 2/83,Yunus 10/87,Hud 11/87, İbrahim 14/37,40- Meryem 19/30-31,54-55 Taha 20/14 Enbiya 21/72-73 Lokman 31/17)Bundan anlaşıldığına göre namaz ibadeti sadece Muhammed (sas) ümmetine has olmayıp önceki dinlerde de bulunmaktaydı.
Hz. Muhammed (sas), beş vakit namaz farz kılınmazdan önce, yalnız sabah güneşin doğmasından önce ve akşam güneşin batmasından sonra olmak üzere iki vakit namaz kılıyordu. Sonra mirac gecesinde beş vakit namaz farz olmuştur.
Namazın meşrûluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ delilleri ile sâbittir.
Kur’an-ı Kerîm’in birçok yerinde “Namazı kılınız ve zekâtı veriniz” buyurulur. Diğer bazı âyetler de şöyledir: ‘Namazlara ve (bunlar arasında) orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek (vakit ve erkâna riayet ederek) tam teslimiyetle Allah’ın huzurun(da namaz)a durun.’ (Bakara/238), ‘Artık namazı bitirdiğiniz zaman ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde (uzanmış) iken Allah’ı zikredin, emniyete kavuştuğunuz zaman da namazı dosdoğru (tam) kılın. Çünkü namaz, mü’minlere vakitleri belli bir farzdır’ (Nisa-103), ‘ Hâlbuki onlar, ‘Allah’ı birleyerek’ (O’na) kulluk etmek, bu dini yalnız Allah’a has kılmak, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten başka bir şey ile emredilmediler. İşte bu da en doğru/sağlam dindir.’ (Beyyine-5), ‘Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a (emirlerine) sımsıkı yapışın. Mevlânız (sahibiniz) O’dur. (O) ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!’ (Hac-78)
Sünnetten delil: Bu konuda rivâyet edilmiş çok sayıda hadis vardır. Bu hadislerden bazıları şunlardır:
“İbn Ömer (ra)’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka bir ilâh bulunmadığına, Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (Buhari, iman 1,2-Müslim, iman 19,22-Tirmizi, iman 3-Nesai, iman 13)
Diğer yandan İslâm ümmeti, bir gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir.
-
Namazın Farz olmasının Şartları
Bir insana namazın farz olması için üç şartın bulunması lazımdır. Bunlar:
1.Müslüman olmak.
2.Ergenlik yaşına gelmiş olmak.
3.Akıllı olmak.
Ergenlik yaşına gelen ve akıllı olan her Müslüman, beş vakit namazı kılmakla yükümlüdür. Namazını kılan dünyada görevini yerine getirir, ahrette sevaba nail olur.
-
Namazın Faydaları
Namaz, Allah’ın verdiği sayısız nimetlere karşı bir şükür olmak üzere meşrû kılınmıştır. Namazın dinî, ferdî, sosyal ve pedagojik pek çok faydaları vardır:
1) Namazın dinî faydaları: Namaz, Allah ile kul arasında bağ kurmaktır. Bu bağ, dinin direği ve temelidir. Beş vakit namazı şartlarına uygun olarak ve vaktinde kılanların, büyük günahlardan el çekmeleri sebebiyle, diğer günahlarının affedileceği ayet ve hadislerle sabittir.
2)Namazın ferdî faydaları: Namaz, kulu Allah’a yaklaştırır. Ruhu ve iradeyi güçlendirir. Kişiyi sabır ve şükre alıştırır. Her gün belli aralıklarla namaza duran mümin, dünyanın hırs, kötülük ve gösterişlerinden korunmuş olur. Huşu içinde kılınacak namaz; ihlas, takva ve güzel ahlâkın meydana gelmesini sağlar.
3) Namazın sosyal faydaları: Namaz ırk, renk, dil ve ülke ayırımı gözetmeksizin müminleri bir safta toplar ve toplum şuurunu güçlendirir. Sosyal dayanışmayı gerçekleştirir, cemaat birliğini sağlar. Müminleri, küfür karşısında tek toplum hâline getirir.
-
Namazı Terk Etmenin Hükmü:
Namazın akıllı, bülûğ çağına girmiş, hayız ve nifastan temizlenmiş her Müslümana farz olduğu konusunda görüş birliği vardır. Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetlerde vekâlet ve niyâbet geçerli değildir. Namazın farz olduğunu inkâr eden dinden çıkar. Çünkü namaz kesin âyet, hadis ve icma delilleriyle sabittir. Tembellik veya umursamazlık sebebiyle namazı terk eden âsî ve fâsık olur.
Namazı kılmamak dünya ve âhirette azaba sebep olur. Ahiretteki azapla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘(Onlar) cennetlerdedirler. Onlar suçlulara: “Sizi kavurucu ateşe sokan nedir?” (diye uzaktan sorarlar.) (Günahkârlar) derler ki: “Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula yedirmezdik. (Kur’an’ın buyruklarını bırakıp, batıl şeylere) dalanlarla beraber biz de dalardık.” “Ceza gününü yalan sayardık, nihayet (bu halde iken) bize (gelmesi) kesin olan (ölüm) gelip çattı.”(Müddesir40/47)
Hanefîlere göre, tembellik yüzünden namazını terk eden kimse, namazı inkâr etmediği sürece dinden çıkmaz, ancak günahkâr, fâsık olur. Kendisi bu konuda uyarılarak tevbeye çağrılır.
Namazını unutarak, uyanamayarak veya tembellik yüzünden zamanında kılamayan bunu kaza eder. Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre; uyumak veya unutmak gibi bir özür sebebiyle namazını vaktinde kılamayanın kaza etmesi gerekince, özürsüz olarak, tembellik yüzünden kılmayana öncelikle kaza gerekir. Namazı vaktinde kılamadığından dolayı da Allah’a ayrıca tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: ‘Şüphesiz ki Allah, (zâtında, sıfatlarında ve hükmünde) kendisine ortak koşulmasını (Allah’ın hükümlerinin aksine, hüküm koyarak ilâhlaşanları) bağışlamaz, bundan başka (günahları) da dilediği kimseler için bağışlar.’(Nisa/116)
Ebû Hureyre (ra)’ın naklettiği bir hadiste de şöyle buyurulur: “Kıyamet gününde kulun ilk hesaba çekileceği şey, farz namazdır. Eğer bu namazı tam olarak yerine getirmişse ne güzel. Aksi halde şöyle denilir: “Bakın bakalım, bunun nâfile namazı var mıdır? Eğer nafile namazları varsa, farzların eksiği bu nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer farzlar için de aynı şeyler yapılır.” (Tirmizi, Mevakıt/188-Ebu Davud, Salat/ 149-Nesai, Salat/9-İbni Mace, İkamet/ 202)
Bu duruma göre, farz namazların eksiğini sünnet ve diğer nafile namazlar tamamlamaktadır. Farz, vacip veya sünnet ayırımı yapılmaksızın ibadetlerin yerine getirilmesi mü’minin gayesi olmalıdır. Çünkü bu, dünyevî huzur ve manevi mutluluk kaynağı olması yanında, âhiret için de en büyük hazırlıktır.
Namaz Vakitleri
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitr, teravih ve bayram namazları için vakit şarttır. Farz namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından ibarettir. Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer. Vakti girmeden kılınacak bir namaz geçerli olmadığı gibi, vaktinden sonra kılınacak namaz da edâ değil, kaza olur. Bir namazın özürsüz olarak kazaya bırakılması Allah Teâlâ yanında büyük sorumluluğu gerektirir. Diğer yandan cuma, bayram ve sünnet namazların vakitleri çıkınca kaza edilemez. Namazın yükümlüye gerekli olması ve kılındığında da geçerli sayılması kendisine bağlı olan “namaz vakitleri” ni bilmek gerekir.
A – Sabah Namazının Vakti:
İkinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan süre, sabah namazının vaktidir. İkinci fecir; sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti girmiş, yatsı namazının vakti çıkmış ve oruç tutacaklar için bu ibadetin vakti başlamış olur. Bu yüzden buna “fecr-i sâdık” denir. Bunun karşıtı, birinci fecirdir. Bu, doğu ufkunun ortasında yükseklere doğru, iki tarafı karanlık ve uzunlamasına bir hat şeklinde yayılan bir beyazlıktır. Bu beyazlık kısa bir süre sonra kaybolur ve kendisini bir karanlık izler. Bundan sonra ikinci fecir doğar. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini göstermemesi ve yalancı bir aydınlık olması yüzünden “fecr-i kâzib” adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Bununla ne yatsı namazı çıkmış ve ne de sabah namazı vakti girmiş olur. Oruç tutacakların bu süre içinde yiyip içmeleri de caizdir.
Sabah namazının, ortalık aydınlandıktan sonra kılınması (isfar) müstehaptır. Şöyle ki, sabah namazının ikinci fecir doğup, gecenin karanlığı açıldıktan sonra, bulutsuz, açık ve rutubetsiz bir havada atılacak bir okun düştüğü yeri, atan kimsenin görebileceği bir zamana kadar geciktirilmesi müstehaptır. Ancak namazla güneşin doğması arasında, “namaz bozulduğu takdirde yeniden kılınabilecek kadar” bir sürenin kalmasına da dikkat edilmelidir. Yalnız kurban bayramının ilk günü Müzdelife’de bulunan hacıların, o günün sabah namazını, ikinci fecir doğunca, henüz ortalık karanlık iken kılmaları daha faziletlidir. Hanefîler dışındaki üç mezhep imamına göre, sabah namazını bu şekilde erken kılmak her zaman için daha faziletlidir.
B- Öğle Namazının Vakti:
Öğle vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya doğru meyletmesiyle başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli uzamasına kadar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktada iken yere düşen gölgesi (fey-i zeval), bunun dışındadır. Öğlenin bu vaktine “asr-ı evvel” denir. Bu, Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’in görüşüdür. Ebû Hanîfe’ye göre ise, öğlenin vakti, fey-i zeval dışında, cisimlerin gölgesi, iki misli uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle namazı vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna “asr-ı sânî” denir. Cisimlerin gölgesinin mislini hesaplamada, zeval vaktinde bu cisimlerin sahip oldukları gölge, uzunluğa itibar etmede uzayan gölgeye ilâve edilir.
Öğle vaktinin sonu ile ilgili bu görüş ayrılığından kurtulmak için, öğle namazı herşeyin gölgesi, fey’i zevalden başka, kendisinin bir misli olacak zamana kadar geciktirilmemeli, ikindi namazı da, her şeyin gölgesi fey’i zevalden başka iki misli olmadıkça kılınmamalıdır. Başka bir deyimle öğleyi, asr-ı evvelden önce kılmalı, ikindiyi ise asr-ı sânî olmadıkça kılmamalıdır.
Cuma namazının vakti de, tam öğle namazının vakti gibidir.
C – İkindi Namazının Vakti:
İkindi vakti, öğle vaktinin çıktığı andan itibaren başlar ve güneşin batması ile son bulur. İkindi vakti; müctehidlerin çoğunluğuna göre, her şeyin gölgesinin bir misli, Ebû Hanîfe’ye göre ise iki misli olduğu andan itibaren başlar ve ittifakla güneşin battığı zamana kadar devam eder. Müctehidlerin çoğunluğuna göre, ikindi namazını güneşin sararma (ısfırâr) vaktine kadar geciktirmek mekruhtur.
D – Akşam Namazının Vakti:
Akşam namazının vakti, güneş yuvarlağının tam olarak batmasıyla başlar ve şafağın kaybolması ile sona erer. Ebû Hanîfe’ye göre, şafak, akşamleyin batı ufkundaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Hanefîler dışındaki diğer üç mezhep ile Ebû Hanîfe’den başka bir rivayete göre ise şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktan ibarettir. Bu kızıllık gidince, akşam namazının vakti çıkmış olur.
E – Yatsı Namazının Vakti:
Yatsının vakti, kırmızı şafağın kaybolduğu andan itibaren başlar ve ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder. İkinci fecir doğunca yatsının vakti çıkmış olur.
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar geciktirmek mübah, bir özür bulunmadıkça ikinci fecre kadar geciktirmek ise mekruhtur. Çünkü bu durumda namazı kaçırmaktan korkulur.
Vitir namazının vaktinin başlangıcı, yatsı namazından sonradır. Vitrin sonu ise, ikinci fecrin doğmasından biraz önceye kadardır.
Vitir namazını, uyanacağından emin olmayan kimse için, uyumadan önce kılmak, uyanacağından emin olan kimse için ise, gecenin sonuna kadar geciktirmek daha faziletlidir.
Teravih namazının vakti, tercih edilen görüşe göre, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Teravih, vitir namazından önce de, sonra da kılınabilir. Ancak yatsı namazı kılınmazdan önce, teravih namazı kılınsa, iadesi gerekir.
Bayram namazlarının vakti, güneş doğup, kerahet vakti çıktıktan sonra başlar, güneşin gökyüzünde en yüksek noktaya çıkışına (istivâ) kadar devam eder. Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci gün istivâ zamanından önce kılınamazsa, ikinci gün istivâ zamanına kadar kılınır, artık özür bulunmasa da üçüncü gün kılınamaz. Kurban bayramı namazı ise, bir özür sebebiyle birinci gün kılınamazsa ikinci gün kılınır. İkinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istivâ zamanına kadar kılınır. Bu namazları bir özür bulunmaksızın böyle ikinci veya üçüncü güne bırakmak ise çirkin bir ameldir. Bu bayram namazları, istivâ zamanından veya zeval vaktinden sonra ise hiç bir halde kılınamaz. Kazaları da caiz değildir.
F – Kutuplarda Namaz Vakitleri:
Bu konuda iki görüş vardır:
1) Vakit, namazın bir şartı olduğu gibi, farz olmasının da sebebidir. Bu yüzden bir yerde, namaz vakitlerinden biri veya ikisi gerçekleşmezse, o vakitlere ait namazlar, o yer halkına farz olmamış olur.
Meselâ, bazı yerlerde, yılın bir mevsiminde daha şafak kaybolmadan sabahın ikinci fecri doğarak sabah namazının vakti girmektedir. Artık bu gibi yerlerde yatsı namazı düşmüş olur. Bu konuda, abdest organlarından bir veya ikisini kaybeden kimsenin bu organları yıkama yükümlülüğünün düşmesine kıyas yapılarak, namazın da düşeceğine fetva verilmiştir.
2) Araştırıcı bazı fakihlere göre, bu gibi yerlerdeki Müslümanlar da beş vakit namazla yükümlüdürler. Bulundukları yerde bu namazlardan herhangi birinin vakti gerçekleşmezse, o namazı kaza olarak kılarlar veya o beldeye en yakın olup, beş vakit namazın vakitleri tam olarak gerçekleşen beldenin vakitlerine göre, takdir ederek namazları edaya çalışırlar. Her ne kadar vakit, namazın bir şartı ve bir sebebi ise de, namazın asıl sebebi Allah’ın emri oluşudur. Bu yüzden bütün Müslümanlar, bu beş vakit namazı kılmakla yükümlüdürler.
İmam Şâfiî’nin görüşü de bu şekilde olup, ihtiyata uygun olan da budur.
Güneşin uzun süre doğmadığı veya batmadığı kutup bölgeleri ve yakınlarında da yukarıdaki esaslara göre takdirî olarak amel edilir. Bu gibi yerlerde yaşayan Müslümanların, oruç ve zekâtları konusunda da bu şekilde bir takdir uygun düşer.
G – İki Namazı Bir Vakitte Kılmak (Cem’u’s-Salât): Her namazı kendi vaktinde kılmak farzdır. Çünkü vakit, namazın şartlarındandır. Her namazın kendi vakti içinde kılınması prensibinin istisnası, hac yapanların Arafat’ta öğle ile ikindi namazını, öğle vaktinde; Müzdelife’de de, akşamla yatsı namazını, yatsı vaktinde birleştirerek kılmalarıdır. Bunlardan birincisine “cem’u takdîm”, Müzdelife’dekine ise, akşam namazı geciktirildiği için “cem’u te’hir” denir. Genel bir ifadeyle de, iki namazın birleştirilerek kılınmasına “cem’u’s-salâteyn” adı verilir.
Arafat ve Müzdelife’deki birleştirme uygulaması konusunda, müctehidler arasında görüş birliği vardır.
İmam Şâfiî’ye göre ise öğle ile ikindinin, akşamla yatsının birleştirilerek kılınması; yağmur, hastalık veya yolculuk gibi özürler sebebiyle de mümkün ve caizdir.
Hz. Peygamber’in Arafat ve Müzdelife dışında bazı yolculuk ve meşakkatli zamanlarda da öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı birleştirerek kıldığı olmuştur. Sâlim b. Abdillah, babasından şöyle nakletmiştir: “Rasûlullah (s.a.s.) sefere acele ettiği zaman akşam namazını geciktirerek, yatsı ile birlikte kılmıştır.” (Müslim, Salâtü’l Müsâfirîn, 45) Yine Muaz b. Cebel’den rivayete göre, o şöyle demiştir: “Hz. Peygamber ile beraber Tebük Savaşına çıktık. Hz. Peygamber, öğle ile ikindiyi birlikte, akşam ile yatsıyı da birlikte kılardı.” (Müslim, II, 10; Ebu Davud, I, 285; İbn Mâce, I, 340) Bu ve benzeri hadîsler Hanefî mezhebince, Rasûlullah’ın bunlarda birinci namazı vaktinin sonunda kılmış olduğu, ikinci namazı da vaktinin evveline aldığı; ancak her iki namazı bir vakitte kıldığı şeklinde anlaşılmıştır. İbn Abbas’ın naklettiği hadîs de bu manayı destekler: “Rasûlullah (sas) Medine’de korku veya yağmur yokken, öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı da birlikte kıldı. “İbn Abbas’a Rasûlullah’ın bununla ne yapmak istediği sorulmuş, o şu cevabi vermiştir: “Ümmetine meşakkat vermemeyi kastetti…” (Sahîh-i Müslim Trc., IV,136,137) İslâm âlimlerinden hiçbirisi, hazarda, iki namazı birleştirmenin caiz olduğunu söylememiştir. Bu yüzden yukarıdaki İbn Abbas hadîsi birinci namazın vaktinin sonunda, ikinci namazın da ilk vaktinde kılınması anlamına gelir. Buradan anlaşılan şudur: Arafat ve Müzdelife dışında iki namazın birleştirilmesi sadece şeklen olmuştur. Aslında iki namaz ayrı ayrı kendi vakitleri içinde kılınmış; ancak birinci namaz vaktinin sonuna geciktirilmiş, ikinci namaz ise ilk vaktinde edâ edilmiştir. Bu konudaki hadisler, Hanefilerce namazın şartlarından olan vakti tahsis edecek güçte kabul edilmemiştir. Yolculukta namazın vaktinden önce cem’i takdîm (öne alınarak birleştirme) şeklinde kılınacağına delâlet eden, Hz. Muaz’dan naklen Ebû’t-Tufeyl’in rivayet ettiği hadisten başka açık hadis yoktur. Bu hadîste şöyle denilmektedir: “Hz. Peygamber, Tebük Savaşında, güneş battıktan sonra yola çıkarsa, yatsıyı öne alır ve onu akşamla birlikte kılardı.” (Ebû Dâvud, II, 18)
Sonuç olarak, hacc farîzası dışında normal yolculuk, hastalık, şiddetli yağmur ve benzeri darlık zamanlarında öğle ve akşam namazlarını son vakitlerinde, hemen arkasından da ikindi ve yatsı namazlarını ilk vakitlerinde kılmak mümkündür. Böylece iki namaz birlikte fakat kendi vakitlerinde kılınmış olur. Bu uygulama, İslâm’ın Müslümanlara getirdiği bir kolaylıktır.
H – Müstehap Vakitler:
Namaz vakitlerinden hangi kısmın müstehap veya daha faziletli olduğu Hz. Peygamber’in uygulaması ve tavsiyeleri ile belirlenmiştir. Buna göre;
1) Sabah namazını gün ışıdığı zaman kılmak (isfâr) müstehaptır. Bunun ölçüsü, açık havada atılan bir okun, düştüğü yeri, oku atanın görebileceği kadar gökyüzünün aydınlanmasıdır.
2) Öğle namazını yazın geciktirerek serinde kılmak (ibrâd) müstehaptır.
3) İkindi namazının farzını yaz-kış, güneş sararıp göz kamaştırmayacak şekilde ziyası gidinceye kadar geciktirmek müstehaptır.
4) Akşam namazını mutlak olarak acele kılmak müstehaptır.
5) Yatsı namazını, gökyüzü bulutlu olmayınca gecenin üçte birinden öncesine kadar Vitir namazını, gece uyanacağına güvenen kimsenin, gecenin sonuna kadar geciktirmesi müstehaptır.
Mâlikîlere göre, mutlak olarak beş vakit namazda, her namazın, vaktin ilk cüzünde kılınması daha faziletlidir. Namazın tek başına veya cemaatle kılınması, havanın sıcak veya soğuk olması hükmü değiştirmez. Bununla birlikte Mâlikîler de; cemaati beklemek veya sıcakta öğleyi serine bırakmak için geciktirmede bir sakınca görmezler.
Şâfiîlere göre, öğle namazı dışında bütün namazların derhal kılınması ve sıcakta ise öğlenin serine bırakılması sünnettir.
Hanbelîlere göre, yatsı namazı dışındaki namazların vaktin ilk cüz’ünde kılınması daha faziletlidir. Ancak şiddetli sıcakta öğle namazı ve bulutlu zamanlarda da akşam namazı geciktirilir. Yatsı namazının gecenin üçte birine veya yarısına kadar geciktirilmesi daha faziletlidir.
Diğer yandan namazı vaktin sonuna kadar geciktirmek caizdir.
İ – Mekruh Vakitler:
Aşağıda açıklayacağımız beş vakit içinde namaz kılmak mekruhtur
1) Güneşin doğmasından bir mızrak boyu yükselmesine kadar olan vakit. Bir mızrak boyu beş derece olup, Türkiye bakımından, güneşin doğmasından 40-50 dakika geçinceye kadar olan süredir. Bununla kerahet vakti çıkmış, bayram namazı veya kuşluk namazı kılma vakti girmiş bulunur.
2) Güneşin en yüksek tepe noktasında bulunduğu zamandan zeval vaktine, yani öğle namazı vakti girinceye kadar geçen zaman.
3) Güneşin sararmasından, yani gözleri kamaştırmaz bir hale gelmesinden, battığı zamana kadar geçen süre.
4) İkinci fecrin doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar olan vakit.
5) İkindi namazı kılındıktan sonra, güneşin batmasına kadar olan vakit
İlk üç kerâhet vaktinde ne kazaya kalmış farz namaz, ne vitir gibi vacip namaz, ne de cenaze namazı kılınır. Daha önce okunmuş bir secde âyetinden dolayı tilâvet secdesi de yapılamaz. Aksi halde bunların iâdeleri gerekir.
Diğer yandan bu üç vakitte nâfile namaz da kılınamaz. Ancak kılınacak olursa, mekruh olmakla birlikte geçerli olur ve iadesi gerekmez. Çünkü bu kerâhet, nâfile namazların sıhhatine engel olmaz. Bununla birlikte, bu vakitlerden birine rastlayan bir nâfile namazı bozup, kerâhet vaktinden sonra kaza etmek daha faziletlidir. Bu üç vakitle ilgili yasaklama, güneşe tapanlara benzememek içindir.
Sabah namazı vaktinde ve ikindi namazından sonra nafile namaz kılmanın yasaklanmasının hikmeti, vakitteki bir anlamdan ötürü değildir. Bu vakitlerde farz ile meşgul olunması yüzündendir. Çünkü vaktin farzını kılmak, nâfile kılmaktan daha faziletlidir. Ancak bu son iki vakitte, farz veya vacip bir namaz kılmak mekruh değildir. Cenaze namazı ve tilâvet secdesi de mekruh olmaz. Bu iki vakitten birinde başlanmış olan bir nâfile namaz, kerâhetten dolayı bozulursa daha sonra kazası gerekir.
Güneşin sararması (gurubu) halinde yalnız o günün ikindi namazı kılınabilir. Fakat başka bir günün kazaya kalmış olan ikindi namazı kılınamaz. Çünkü tam bir halde vacip olan bir ibadet, eksik olarak kaza edilemez. Kerâhet vakti ise ibadetin eksik oluşuna sebeptir
Güneşin doğuşuna rastlayan her hangi bir namaz ise fasit olur. Bu yüzden bir kimse, daha ikindi namazını eda etmekte iken güneş batsa, namazı fasit olmaz. Fakat sabah namazını kılmakta iken, güneş doğsa namazı fasit olur. Çünkü birinci durumda yeni bir namaz vakti girmiş olur. İkinci durumda ise namaz vakti çıkmış, yeni bir namaz vakti girmemiş bulunur. Diğer yandan sabah namazı kâmil bir vakitte farz olmuştur. Bu yüzden vaktin çıkması ile fâsit olur.
Sabah namazı dışındaki bir namazın iftitah tekbirine, bu namaza tahsis edilen vakit içinde yetişmekle bu namazın tamamı eda olur. Bu namazın gecikmesi ister hayızdan temizlenme veya akıl hastalığından kurtulma gibi özürler sebebiyle olsun, isterse özürsüz olarak olsun hüküm değişmez.
Şâfiî ve Mâlikîlere göre, bir namazın bir rekâtı iki secdesiyle birlikte vakit içinde kılınmışsa, bütün namaz eda edilmiş sayılır. Bir rekâttan daha azı kılınmışsa bu namaz kaza olur
Güneş tam zeval vaktinde iken kılınacak bir farz veya vacip namaz fasit olur. Nâfile namaz ise, mekruh olmakla birlikte sahihtir. Yalnız Ebû Yusuf’tan bir rivayete göre, cuma günü zeval vaktinde nafile namaz kılınması caizdir. Güneş batı cihetine meyl edince, artık ittifakla kerâhet vakti çıkmış bulunur.
Mekruh olan bir vakitte okunan bir secde âyetinden dolayı, o vakitte secde yapılabilir. Ancak bu secdeyi, kerâhet vaktinden sonraya bırakmak daha faziletlidir. Yine kerâhet vakitlerinden birinde hazırlanmış olan bir cenazenin namazı, o vakitte kılınabilir. Hatta bu namazı geciktirmeyip hemen kılmak daha faziletlidir.
J – Nafile Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Diğer Vakitler:
Aşağıdaki vakitlerde nâfile namaz kılmak tahrimen mekruhtur.
1) İkinci fecir doğduktan sonra sabahın farzını kılmadan önce, sabah namazının iki rekât sünnetinden başka bir namaz kılmak tahrîmen mekruhtur
2) Hanefî ve Mâlikîlere göre, akşam namazından önce nâfile namaz kılmak mekruhtur.
Şâfiîlerde meşhur olan görüşe göre, akşam namazından önce iki rekât nafile namaz kılmak müstehap, Hanbelîlere göre ise câiz olup, sünnet değildir.
3) Cuma günü, bayram günleri, hac sırasında, ay ve güneş tutulması namazından sonra veya yağmur duasında imam hutbe okurken nâfile namaz kılmak mekruhtur.
İmam hutbeye çıktığı andan itibaren cuma namazını kıldırıncaya kadar her hangi bir nâfile namaz kılmakla meşgul olmak mekruhtur.
4) Bayram namazlarından önce ve sonra nâfile namaz kılmak mekruhtur. Bunun sebebi, o gün için en önemli olan namazı bırakıp, daha önemsiz olan nafile namazla meşgul olmamaktır. Ancak güneş yükseldikten sonra, imamdan başkasının nafile namaz kılmasında bir sakınca bulunmaz.
5) Farz namaza durulduğu zaman, bir kimsenin nâfile namaz kılmakla meşgul olması tahrîmen mekruhtur. Ancak, son oturuşta farza yetişeceğini uman kimsenin sabah namazının sünnetini kılması durumu müstesnadır. Bir kimse, teşehhütte de olsa sabah namazının farzını kaçıracağından korkarsa, sabah namazının iki rekât sünnetini terk eder. Sabah namazının farzı için kamet getirildiği zaman, sünnetini kılmak câizdir. Çünkü sabah namazının sünneti, kuvvetli bir sünnet olup, teşvik edilmiş ve Rasûlullah (sas) de bu namaza devam etmiştir.
Bunun gibi, farz namazın vakti dar olan durumlarda, nâfile namazla meşgul olmak mekruhtur.
EZAN VE KAMET
A – Ezan:
Ezan sözlükte; “haber vermek, bildirmek” demektir. Terim olarak ezan; farz namazların vakitlerini bildiren, özel sözlerden ibaret bir ilân şeklidir. Ezan okuyana “müezzin” denir.
Farz namazlar için ezan okunması, yani bu namazların kılınacağının ilân edilmesi Kitap ve sünnetle sabittir. İslâm’ın başlangıcında, bugünkü gibi ezan okunmazdı. Bir aralık, namaz vakti olunca şöyle ilân ediliyordu. “es-Salâte es-salâte (namaza, namaza)” veya “es-Salâtü câmiah (namaz insanları bir araya toplayıcıdır.)”.
Hicretin ilk yılında Medîne’de, Mescid-i Nebevî’nin yapımı tamamlanınca, ashab-ı kiram düzenli bir şekilde toplanarak cemaatle namaz kılmaya başlamışlardı. Bu sırada, Hz. Muhammed (sas) namaz vakitlerinin ilânı konusunda, ashabıyla istişarede bulundu. Bu arada, ashab-ı kiramdan bazılarının gördüğü sadık bir rüya ve bunların vahiyle teyidi üzerine günümüzdeki ezan şekli ortaya çıktı.
Ezan erkekler için vacip kuvvetinde bir müekked sünnettir. Dayandığı deliller şunlardır:
‘Siz (ezanla) birbirinizi namaza çağırdığınız zaman, onu bir eğlence ve bir alay (konusu) edinirler. Bu, onların gerçekten düşünmez bir topluluk olmalarındandır.’(Maide/58)
‘Ey iman edenler! Cuma günü (ezanla) namaz için çağrıldığınız zaman, derhal Allah’ın zikrine gidin. Alış verişi (işi gücü) bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. (Elbette bunun aksi hayırlı değildir.)’ (Cuma/9)
Aşağıdaki hadis ezandaki büyük ecri şöyle dile getirir:
“Eğer insanlar ezandaki ve ilk saftaki üstünlüğü bilselerdi, bunları kurasız yapamayacaklarını anlasalar, kura çekerlerdi.” Başka bir hadiste de Allah elçisi şöyle buyurmuştur: “Koyun sürüsünün başında veya çölde bulunduğun zaman, namaz için ezan okuyunca sesini yükselt. Çünkü müezzinin sesini işiten hiçbir cin, insan veya başka bir şey yoktur ki, kıyamet gününde müezzin için şahitlik yapmasınlar.” Başka bir hadis de şöyledir: “Kıyamet gününde müezzinler insanların en uzun boylusu olacaktır.”
Kamet getirmekle imamlık yapmak, ezan okumaktan daha faziletlidir.
Ezanla topluma hem namaz vakitleri bildirilmiş, hem de namazın kurtuluşa sebep olacağı duyurulmuş ve İslâm Dini’nin en yüce esasları cihana ilân edilmiş olur. Diğer yandan yeryüzünde namaz vakitleri çeşitli saatlere rastlamaktadır. Bu yüzden, günün her saatinde insanlık âlemine, Allah Teâlâ’nın varlığı, birliği, azameti, Hz. Muhammed’in risaleti ve namazın kurtuluş sebebi olduğu yüksek sesle ilân edilmiş olmaktadır.
1) Ezanın şekli ve sözleri: Mezhep imamları ezanın bilinen sözleri üzerinde görüş birliği etmişlerdir. Bu sözler ikişer kere tekrarlanır. Sabah namazında “Hayye alelfelâh”dan sonra “Essalâtü hayrun minennevm (namaz uykudan daha hayırlıdır)” cümlesi ilâve edilir. Bu cümle de iki kere tekrarlanır.
Ezanın anlamı: “Allah her şeyden büyüktür. Allah her şeyden büyüktür. Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığını biliyor ve ilân ediyorum. Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığını biliyor ve ilân ediyorum. Muhammed’in, Allah’ın elçisi olduğunu biliyor ve ilân ediyorum. Muhammed’in, Allah’ın elçisi olduğunu biliyor ve ilân ediyorum. Haydi namaza koşun. Haydi namaza koşun. Haydi kurtuluşa koşun. Haydi kurtuluşa koşun. Allah her şeyden büyüktür. Allah her şeyden büyüktür. Allah’tan başka hiç bir ilâh yoktur”.
Sabah namazında iki kere hayye alelfelâh (haydi kurtuluşa koşun)’dan sonra iki kere “Esselâtü hayrun minennevm (namaz uykudan daha hayırlıdır)” sözleri ilâve edilir
2) Ezanın Şartları: Ezan için şu şartların bulunması öngörülmüştür:
- a) Vaktin girmiş olması: Bir namaz için daha vakti girmeden ezan okumak caiz değildir. Böyle bir ezanın vakit girdikten sonra iadesi gerekir. Ancak Ebû Yusuf ile Hanefîler dışındaki üç mezhebe göre, yalnız sabah namazı için gecenin en son altıda birini teşkil eden seher vaktinde ezan okumak menduptur.
- b) Ezan Arapça olmalıdır. Arapça ezanın sözleri, hangi dili konuşursa konuşsun, bütün yeryüzü Müslümanları için sembol niteliğindedir. Hanefî ve Hanbelîlere göre ezan, Kur’an-ı Kerim gibi Arapça olarak geldiği için, bunun başka dilde okunması geçerli değildir. Yalnız Şâfiîlere göre, Arapça bilmeyen kimsenin kendisi için başka dilde ezan okuması caizdir.
- c) Ezan ve kametin cemaate duyurulması; yalnız ise, kendisi duyacak kadar sesli okunması gerekir.
- d) Ezan ve kametin sözleri arasında tertip ve peş peşelik bulunmalıdır. Tertipsiz ve peş peşe okunmayan ezan geçerli olmakla birlikte mekruhtur. Böyle bir ezan veya kametin iadesi daha faziletlidir.
- e) Ezanın tek bir kimse tarafından okunması gerekir. Ancak birden fazla kimsenin, ezanı ayrı ayrı tam olarak okumaları geçerlidir.
- f) Hanefîlere göre, müezzinin erkek, akıllı, takva sahibi, sünnete vâkıf ve namaz vakitlerini bilen bir kimse olması gerekir. Cahillerin ve fâsıkların ezan okumaları mekruhtur. Kadınların, bunak veya cünübün ezan okuması veya kamet getirmesi de mekruhtur. Bunların kametleri değilse de, okudukları ezanlar iade edilmelidir. Çünkü ezanın tekrarlanması cuma gününde olduğu gibi meşrudur. Abdestsiz kimselerin de kamet getirmeleri mekruhtur.
- g) Müezzinin sesi gür ve güzel olmalıdır. Çünkü bu takdirde ezanı duyurma ve ilân daha kolay gerçekleşir.
- h) Ezanın duyurulması için yüksek bir duvar veya minare üzerinde ayakta okunmalıdır.
- i) Ezan okurken iki kelime arasında durarak uzatılır, kamet getirirken ise iki kelimeyi birleştirmek suretiyle süratli okunur.
- j) Ezan ve kamette müezzin kıbleye doğru döner. “Hayye alessalâh” derken sağ tarafa, “Hayye alelfelâh” derken sol tarafa döner, minarede ise, sağ taraftan sol tarafa doğru dolaşarak okur. Ezanda sesin yükselmesine yardımcı olması için, iki parmağının uçlarını iki kulağına koyar.
- k) Ezan ve kamet vakit namazları ve kaza namazları için sünnettir. Çünkü ezan ve kamet vaktin değil, namazın sünnetlerindendir. Diğer yandan kaza namazı, hazırdaki bir namaz yerindedir
- l) Çeşitli kaza namazları ayrı ayrı meclislerde kaza edildiği takdirde her biri için ezan ve kamet gerekir. Bu namazlar bir yerde topluca kaza edildikleri takdirde ise her biri için ayrıca bir ezan ve kamet daha faziletli ise de ilk kaza edilecek namaz için ezan ve kamet bulunduğu halde, diğerleri için yalnız kamet de yeterli olur.
İmam Mâlik’e göre, kaza namazları için yalnız kamet getirilir, ezan okumak gerekmez.
- m) Ezan ile kametin arasını biraz ayırmak uygun olur. Bu ara verme akşam ezanından sonra üç kısa âyet okunacak kadar, diğer vakitlerde ise, her iki rekâtında on iki âyet okunarak iki veya dört rekât namaz kılacak kadar bir fasıla olmalıdır.
Hanefîlere göre her ezandan sonra bütün vakitlerde Essalâh! Essalâh! Ya musallîn (Ey namaz kılanlar! Namaza namaza) diye seslenerek teşvikte bulunmak müstehaptır. Çünkü dinî işlerde gevşeklik ortaya çıkmıştır.
- n) Müezzin ecrini Allah’tan isteyerek ezan okumalıdır. Ancak Şâfiî ve Mâlikîlere göre, müezzinlikten dolayı ücret almak işin başından itibaren caiz görülmüşken, Hanefîlerde buna müteahhirûn fakihleri fetva vermişlerdir. Bu fetvanın dayanağı, ilim adamlarına beytülmalden ayrılan atıyye ve maaşların kesilmesi sebebiyle, ortaya çıkan gevşeklik ve ihmal karşısında bu gibi görevlerin yürütülmesini sağlamaktır.
- o) Ezan okunurken işitenlerin konuşmayı kesmeleri, hatta Kur’an okuyan kimsenin de durup ezanı dinlemesi daha faziletlidir. Başka bir görüşe göre, mescit içinde veya kendi evinde Kur’an-ı Kerim okumakta bulunan kimse, okumasına devam eder. Diğer yandan ezan sırasında işitenlerin söz söylemelerinde bir kerahet olmadığını söyleyenler de olmuştur.
3 – Ezan ve Kamet Getirene İcabet Etmek: Ezan ve kameti işiten kimsenin, bunları kendi kendine müezzin gibi okuması müstehaptır. Ancak “hayye alessalâh ve hayye alelfelâh” denirken;
(Allah’a isyandan ancak Allah’ın kuvveti ile koruması ile korunulur. Allah’ın taatlarına karşı ancak Allah’ın yardımı ve kuvveti ile muvaffak olunur) denir. Sabah namazında “Namaz uykudan daha hayırlıdır” denilince; (Doğru söyledin, gerçeksin, doğru söylemiş bulunuyorsun)” diye cevap verilmesi müstehaptır. İcabet dil ile olur.
Bazı Hanefîlere göre, müezzine icabet (cevap vermek) hemen namaza gitmek sûretiyle olur.
Müezzine icabet etmek cünüp olanı da kapsar. Fakat aybaşı ve lohusa olanları kapsamaz. Yine hutbe dinlemekte olan, cenaze namazı kılan, yemek yiyen, eşiyle cinsel temas halinde bulunan, tuvalette olan, ilim öğrenen ve öğretenleri de kapsamına almaz. Bu sayılanlar daha önceki hallerini devam ettirebilirler.
Birden çok ezan işitilen yerlerde, ilk okunan ezana icabet yeterlidir.
4) Ezandan Sonra Okunacak Dua: Câbir (ra)’den rivayete göre, Rasûlullah (sas), ezanı işittiği zaman şu duayı okuyana şefaatının helal olacağını bildirmiştir: (Buhari,Ezan/8-Ebu Davud, Salat/37-Tirmizi, Mevakıt/43-Nesai, Ezan/38-İbni Mace, Ezan/4)
Vesile duası adı verilen bu dua şöyledir:
Anlamı: “Allah’ım! Ey bu tam davetin, ezan ve kılınacak namazın Rabbi. Hz. Muhammed’e vesîleyi, fazîleti ve yüksek dereceyi ihsan et ve onu kendine va’detmiş olduğun makam-ı Mahmûd’a eriştir. Şüphesiz sen va’dinden dönmezsin.”
B – Kamet:
Erkekler tarafından gerek tek başına ve gerek cemaatle kılınacak vakte ait farz namaza veya kaza namazına başlanacağı sırada kamet getirmek müekked sünnettir.
Cumadan başka bir farz için birden fazla ezan ve hiçbir farz için birden çok kamet meşrû değildir. Bu yüzden, bir mescitte ezan ve kametle vakit namazı mutad şekilde kılındıktan sonra, tekrar cemaatle veya tek başına bazı kimselerin kılacakları aynı namaz için ne ezan okunur, ne de kamet getirilir. Vitir, bayram ve teravih namazı gibi namazlarda kamet yoktur.
Kametin sözleri ezandakinin aynıdır. Ancak ‘Haydi kurtuluşa’ cümlesinden sonra, iki kere ‘Namaz başladı, namaz başladı’ cümlesi ilâve edilir.
Şâfiî ve Hanbelîlere göre, kametin kelimeleri birer kere okunan on bir kelimeden ibarettir. Yalnız “Kad kâmetissalâh” sözü iki kere tekrarlanır.
Kametin, harflerini belirtecek şekilde hızlı okunması sünnettir. Ezanda olduğu gibi kametin de abdestli, kıbleye yönelerek ve yürüyüp konuşmadan getirilmesi sünnettir. Kadının erkekler cemaati için kamet getirmesi geçerli değildir.
Namazın Çeşitleri ve Rek’atları
Namazlar; farz, vacip, sünnet ve müstehap çeşitlerine ayrılır. Âkil ve bâliğ olan her Müslümanın günde beş defa belirli vakitlerde, muayyen rekâtlar ile kılacağı namazlar birer “farz-ı ayn” dır. Cuma namazı da bu niteliktedir. Vitir ve bayram namazları ise vâcip hükmündedir. Farz namazlardan önce veya sonra, yahut hem önce hem de sonra kılınan bir kısım namazlar da sünnettir. Teravih namazı da sünnet çeşidine girer. Diğer vakitlerde kılınan ve nâfile yahut tatavvu’ denilen bir kısım namazlar da sünnet veya müstehap kabilindendir. Teheccüd namazı, kuşluk namazı gibi.
Bütün bu namazların sahih olması için, bunların bir takım şartları ve rükünleri vardır ki, bunların yerine getirilmesi de birer farizadır, bunlar namazların farzlarını teşkil eder. Bunlardan başka, namazların bir takım vacipleri, sünnetleri ve edepleri de vardır.
Namazların bir takım mekruhları ve namazı bozan haller de vardır ki, namazın bunlardan uzak olması gerekir. Her Müslüman, bu konulardaki bilgileri öğrenip uygulamalı ve eksiksiz olarak kılacağı namazla Rabbinin rızasını kazanmaya çalışmalıdır.
Namazların rekâtlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
Sabah namazının iki rekât sünneti, iki rekât da farzı vardır. Öğle namazının dört rekât ilk sünneti, dört rekât farzı, iki rekât da son sünneti vardır. İkindi namazının dört rekât sünneti, dört rekât da farzı vardır. Akşam namazının üç rekât farzı, iki rekât da sünneti vardır. Yatsı namazının dört rekât ilk sünneti, dört rekât farzı, iki rekât da son sünneti vardır.
Vitir namazı üç rekâttır. Bayram namazları ise ikişer rekâttan ibarettir.
Cuma namazının dört rekât ilk sünneti, iki rekât farzı, dört rekât son sünneti, iki rekât da “vaktin sünneti” adıyla başka bir sünnet vardır.
Teravih namazı yirmi rekâttır. Diğer nâfile namazlar da en az ikişer rekât olur.
Beyhan Büşra ÖZKUL
Kaynaklar:
- Feyz’ül Furkan Kur’an-ı Kerim Meali
- İlmihal / Hamdi DÖNDÜREN / ERKAM Yayınları
- İlmihal 1 / DİB Yayınları
- İslam İlmihali / Lütfi ŞENTÜRK/ Seyfettin YAZICI /DİB Yayınları
- İslam Dini / A. Hamdi AKSEKİ / DİB Yayınları
- Büyük İslam İlmihali / Ömer Nasuhi BİLMEN / Bilmen Yayınları