20 Mayıs 2024 / 12 Zilkade 1445

Dalları Dünyaya Uzanan Cennet Ağacı

Cömertlik, Farsça cevân-merd kelimesinden Türkçeleştirilmiştir. İslâm ahlâkı literatüründe genellikle sehâ, sehâvet ve cûd terimleriyle ifade edilmektedir.

Eldeki imkânları meşrû ölçüler içinde, gönüllü olarak ve karşılık beklemeden başkalarının yararına sunma olarak tarif edilmektedir. (Çağrıcı, DİA, 8/72.) Ancak cömertliği şu hadis-i şerif çok daha güzel tanımlamaktadır: “Cömertlik, dalları dünyaya uzanan cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Kim onun dallarından birine tutunursa, onu cennete götürür. Cimrilikse, dalları dünyaya uzanmış cehennem ağaçlarından bir ağaçtır. Kim de onun dallarından birine tutunursa, onu ateşe/cehenneme götürür!” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, VII, 435).

Bilindiği üzere Allah’ın isimlerinden biri “el-Cevâd” ‘dır. Hadis-i şerifte de belirtildiği gibi “Allah cömerttir, cömertliği sever,” (Tirmizî, Edeb, 41) cömertlik Allah’ın (cc)  sıfatlarındandır. Cömertlikte kemâl sahibi¸ ancak Allah (cc)’tır. Çünkü Allah¸ âlemdeki her bir varlığın neye¸ ne miktarda ve ne vakit ihtiyacı olduğunu bilir ve ikram eder. O¸ sunduğu lütuflarından dolayı bir karşılık beklemez. Allah Teâlâ hazretleri: “Ben cömerdim, kerîmim, bana leîm olanlar yaklaşamazlar” buyurmuştur. Leîm, alçak, rezil, zelil, soyu bozuk, levm edilen ve cimri anlamlarına gelmektedir. Bu hâl küfürdendir. Küfrün yeri cehennemdir. Cömertlik ve kerem imandandır. İmanın yeri ise cennettir.

Cömertliği büyükler; kişinin kendi arzusu ile vermesi sehâ, verdiği kadarını kendine bırakması cûd ve kendi muhtaç olduğu halde başkasını kendisine tercih etmesi îsâr olmak üzere üç mertebeye ayırırlar ve en üstün derecesinin îsâr olduğunu belirtirler. Zira îsâr her ne kadar başkasını kendine tercih olsa da esas itibarıyla Allah’ı tercih etmek demektir.

Kurʼan-ı Kerim cömertliğin en üstün mertebesi olan îsârı şöyle tanımlamıştır: “Kendileri fakr u ihtiyaç içinde olsalar bile onları öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa işte muratlarına erenler onların tâ kendileridir (Haşr, 9).

Buradan anlaşılıyor ki bütün mesele kişinin nefsinin hırsından kurtulmasıdır. Çünkü hırs sonu gelmeyen arzu, istek, aşırı tutkuları ifade etmektedir. Resûlüllah (sav) Efendimiz: “Cimrilik ve hırstan sakınınız. Çünkü hırs ve cimrilik sizden öncekileri helak etmiştir. Hırs onlara cimriliği emretmiş, onlar da cimri olmuşlar, akrabalarla alakayı kesmeyi emretmiş, onlar da akrabalarla alakayı kesmişlerdir” buyurmuştur. Nefsin sonu gelmeyen, bitmek-tükenmek bilmeyen istek ve arzularından kurtulamayan bencil insanların cömert olması, başkaları için fedakârlıkta bulunması mümkün değildir.

Cömertliği marifet kapısının altıncı makamı olarak kabul eden Hacı Bektâş-ı Veli (v.669/1271)’ye göre¸ mal cömertliği¸ ten cömertliği¸ ruh cömertliği ve gönül cömertliği olmak üzere dört türlü cömertlik vardır. Diğer taraftan o¸ insanların da “kerîmler”¸ “cömertler”¸ “cimriler”¸ “kötüler” ve “reziller” olmak üzere beş çeşit olduklarını söyler. Kerîmler yemeyip yedirenler¸ cömertler hem yiyip hem yedirenler¸ cimriler kendileri yiyip başkalarına vermeyenler¸ kötüler yemeyen ve yedirmeyenler ve reziller ise kendisi yemeyip başkasına vermediği gibi başkasının da iyilik etmesine engel olanlardır.

Âriflerden Şems-i Tebrîzî (ks) ise cömertliği dört kısma ayırır:

  1. Mal cömertliği: Zâhidlere, dünyaya kıymet vermeyenlere mahsustur. Onlar malı verirler, marifeti yani Allah Teâlâ’yı tanımayı alırlar.
  2. Beden cömertliği: Bu, müçtehit âlimlere mahsustur. Onlar da Allah Teâlâ’nın yolunda vücutlarını harcarlar, hidayeti alırlar.
  3. Can cömertliği: Şehitlere mahsustur. Onlar canlarını vererek cenneti alırlar.
  4. Kalp cömertliği. Bu âriflere mahsustur. Onlar gönül vererek muhabbeti alırlar.

Tasavvufî eserlerde cömertliğin birçok çeşitleri sayılmaktadır. Bunlar mal, ilim, sabır, iyi ahlak, güler yüz, bulunulan makam-mevki, beden ve can ile yapılan cömertlik şeklinde sıralanmaktadır. Bu cömertliklerin her birisi derece bakımından diğerinden üstündür. Mal ile yapılan cömertlik de malın bir kısmının veya tamamının sarf edilmesine göre kendi içinde derecelendirilmektedir. Kişinin canını Allah yolunda feda etmesi cömertliğin en yüksek derecesi olarak ifade edilmektedir. Çünkü bunda bir insan için her şeyden daha kıymetli ve değerli olan canı ortaya koyma/feda etme vardır. Nitekim bazı âbidler sehâ/cömertlik, parada pulda mıdır? sorusuna asıl sehâ canı feda edebilmek diye cevap vermişlerdir. Nefislerde fedâilik sehânın en yüksek mertebesidir ki buna şehitlik denir. (Tasavvufi Ahlak 3, s. 169). Evliyâullah mal cömertliği zenginlerin, ten cömertliği gazilerin, can cömertliği âşıkların, gönül cömertliği ariflerindir, demişlerdir.

Beden ile yapılan cömertlik ise Allah’ın insana bahşetmiş olduğu bedeni onun yolunda ve onun razı olacağı şekilde kullanmasıdır. Efendimiz (sav)’in buyurduğu gibi: “Birinizin sağlıklı olarak sabahlaması sadakadır. İki gününü denkleştirmesi sadakadır. Hayvanına birini bindirmesi ya da hayvanıyla birinin eşyasını taşımak suretiyle yardım etmesi sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaza giderken atılan her adım sadakadır, yoldan gelip geçenlere eziyet veren bir şeyi kaldırmak da sadakadır” (Müslim, Salâl-Müsâfirîn, 84, Ebû Davud, Salât, 301).

Beden ile yapılan cömertliğe örnek olarak anlatılan bir rivayet vardır. Cüneyd (ra) müritleriyle idama mahkûm olunmuş, infaza sıra gelince Nuri isminde bir genç celladın önüne fedai olarak birkaç defa atılmış, olay tekrar mahkemeye aksettirilerek tetkik sonucunda günahsız oldukları ortaya çıkmıştır. Böylece hepsi kurtulmuştur. Nuri’nin bu fedakârâne davranışı ve arkadaşları uğruna kendisini fedâya kalkışması kurtuluşlarına vesile olmuştur. Gerçek îsârın delâlet ettiği mana budur. (Tasavvufi Ahlak 3, s. 150).

Diğer taraftan Allah’ın velî kullarında bulunan ve cennete girmelerine vesîle olacak hasletlerden sayılan sahâvetil-enfüs, “nefislerinin cömertliği,” demektir. Nefislerinin cömertliği de iki mânâya gelebilir: Biri içinden cömertliği seviyor, bol bol veriyor, doyurucu şekilde veriyor. Diğeri nefsin cömertliği demek, hizmete koşmak mânâsına gelir. Yâni hizmet ehli, dur durak bilmiyor, onun bunun hayrına, gönlünü almak için hizmetine koşuyor, yardımcı oluyor. Bir de üçüncü bir mana, nefsini bile feda etmekten çekinmiyor, Allah yolunda şehit oluyor. Bir gül bahçesine girercesine şehadete koşuyor. Bunların hepsinde ayrı ayrı güzellikler vardır. (Esad Coşan, Cuma Sohbeti, Almanya 1998).

Cimrilik hastalığına müptela olan cemiyetler çökerler. Cimrilik/buhl kanser hastalığı gibidir. İnsan onun pençesinden zor kurtulur. Cömert, malını Allah yolunda feda etmekten çekinmediği gibi bedenini ve canını da feda etmekten çekinmez. Gerçek cömertlik malıyla canıyla başkasına yardım etmek demektir. (Tasavvufi Ahlak 5, s. 169)

Kurʼân’ın ve Hz. Peygamberin övgüsüne mazhar olan sahabenin malıyla, bedeniyle ve canıyla yaptığı fedakârlık sayesinde İslam yayılmıştır. Onların övgüye mazhar olmalarının sebebi büyük bir imana sahip olmalarındandır. Zira büyük bir imana sahip olamayanlar onların gösterdikleri fedakârlıkları gösteremezler. Kendilerine yetecek kadar yemekleri bulunan Talha (ra) ailesinin, misafirleri karınlarını doyursunlar diye ışığı söndürüp yiyormuş gibi yaparak sofradan aç kalkmaları, Hz. Ömer’in (ra) ihtiyaç sahibine gönderdiği yemeğin “Benden daha muhtaçtır” diye başkasına gönderilmesi sebebiyle yedi ev dolaşması, cömertliği ile bilinen Abdullah b. Cafer’in (ra) bir hurma bahçesinde çalışan ve günlük ücreti üç parça ekmek olan kölenin aç kalma pahasına üç parça ekmeğini bir köpeğe vermesi, bu olaya şahit olan Abdullah b. Cafer’in köleyle birlikte bahçeyi satın alarak köleye bağışlaması, Yermük savaşında şehid olmak üzere iken verilen suyu birbirlerine gönderen ve suyu içmeye hiçbirinin ömrü vefa etmeyen bu güzîde/seçkin insanların cömertliklerine sadece birkaç örnektir. Onların malî ve bedenî fedakârlıkları ve cömertlikleri saymakla bitmez. Ordunun teçhizatında başta Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman olmak üzere bütün mallarını getirip Hz. Peygambere teslim ettikleri gibi savaşta canları pahasına atılan oklara, mızraklara ve kılıç darbelerine karşı vücutlarını Resûl-i Ekrem’e siper emişlerdir. Uhud savaşında Hz. Peygambere atılan oklara siper olan Talha bin Ubeydullah’ın eli parçalanmış ve parmakları bu yüzden çolak kalmıştır. Seksene yakın yara aldığı, hemen her yeri kılıç, mızrak ve ok darbeleriyle yaralandığı halde Rasûlullah’ın yanından ayrılmamış, onu korumaya çalışmıştır. Şemmas b. Osman el-Mahzûmî de aynı savaşta kendisini Rasûlullah’a siper etmiş ve aldığı ağır yara ile şehit olmuştur. İşte bu yüce ruha ve büyük imana sahip insanların omuzlarında İslam yayılmış/yükselmiştir.

Bugün dünyanın değişik coğrafyalarında maddî-manevî yardım, merhamet, şefkat ve ilgiye muhtaç milyonlarca Müslüman bulunmaktadır.  Ancak bu konudaki çabalar ve gayretler yeterli değildir. Bu çabaların, fedakârlıkların ve gayretlerin daha da artırılması gerekiyor. Zira Müslümanlar, içinde bulundukları zilletten ve mağduriyetten maddî-manevî dayanışma/tesânüd ile kurtulabilirler. İlgisizlik yüzünden sefalet, yokluk, yoksulluk, çile ve işkencelere maruz kalan Müslümanların günahı ve vebali bütün Müslümanlar üzerindedir. Bencillik, ferdiyetçilik çok büyük bir afettir.

Unutulmamalıdır ki, Allah cömert olana artırmayı, cimriye de malını telef etmeyi garanti etmiştir.

Bilinmesi gereken en önemli hakikat ise şudur. Sahî/cömert Allah’a yakın, kullara da yakın aynı zamanda Cehennemden uzaktır. Bahîl/cimri ise Allah’tan da kullardan da uzak, Cehenneme yakındır.

Neziha Sağlam