29 Mart 2024 / 19 Ramazan 1445

Büyük Veli Hz. Meryem

Şüphesiz, kadın erkek bütün inananlara bizzat Âlemlerin Rabbi tarafından misal getirilen gencecik Hz. Meryem, bir ömür takip edilecek ahlâk ve iman şahikalarından biridir. Muhakkak, yaşayanlara ona uymak vacip oldu.

Âlemlerin Övüncü Peygamberimiz buyuruyor ki:

“Allahu Teâlâ buyuruyor, bir Allah dostuna düşmanlık edene karşı, ben savaş açarım. Kul bana en çok kendisine farz kıldığım şeyleri yapmakla yaklaşır. Nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder. Sonuçta o derece yaklaşır ki, ben onu severim. Ben onu seversem onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür.“

Kur’ân-ı Kerîm inançlı insanlara rehber olabilecek kadınlardan ismen, sadece Hz. Meryem’den bahseder. Bir tarih kitabı olmayan Kur’ân-ı Kerîm’de Allah, kıssaları yaşayanlara bir ibret ve misal olsun diye anlatmaktadır. Çeşit çeşit ibret levhaları içinde gencecik Hz. Meryem tam 34 defa ihtar ile Müslümanlara işaret edilmektedir. Bunca anlatışın ardından “Hiç dinlemiyor musunuz, hiç akletmiyor musunuz, düşünün ve ibret alın.” benzeri sözler de Kur’ân-ı Kerîm’de tekrar edilen ihtarlar olarak yer alır.

Allahu Teâlâ, bir başka dinin, Hıristiyanlığın kutsal saydığı Hz. Meryem’i hakiki vechesi ile ‘öncelikle ideal Müslüman, sonra da ideal Müslüman kadın karakteri’ olarak tanıtmıştır. Güzel ahlâkı yaşama sanatı olarak tanımlayabileceğimiz tasavvufta da ‘kemâl yolcuları’na gösterilen Allah’ın rızasına ermiş ve vuslata kavuşmuş misallerden biri olarak Hz. Meryem, cisimlenmiş bir kemâl örneğidir. Âl-i imrân sûresi 35 ile 38. âyetlerde bunun işaretlerini bulabiliriz:

“Hani İmran’ın karısı (Meryem’in annesi Hanne) demişti ki: ‘Rabbim! Karnımdakini (Beyt-i Makdis’e hizmet etmek üzere) hür bir kul olarak sana adadım, benden kabul buyur. şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten, (niyetimi) tamamıyla bilen ancak sensin, sen. ’ (Hanne) onu doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu bildiği halde şöyle dedi: ‘Rabbim!  Ben onu kız doğurdum; (Beyt-i Makdis’e hizmet bakımından) erkek, kız gibi değildir. Bununla beraber, ben ona Meryem adını koydum. İşte ben, onu ve neslini taşlanıp kovulan şeytana karşı (koruyasın diye) sana sığınır (sana ısmarlar)ım.’ Bunun üzerine Rabbi de onu(n böyle adanmış olmasını) güzel bir şekilde kabul etti. Onu güzel bir nebat gibi yetiştirdi ve (eniştesi) Zekeriya’yı da ona bakmakla sorumlu kıldı. Zekeriya, ne zaman (mâbette Meryem’in bulunduğu) mihrâba/odaya girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. ‘Ey Meryem!  Bu sana nereden (geliyor)? ’ dedi. O da: ‘Bu Allah katındandır.’ dedi. Şüphe yok ki Allah, dilediği kimseye hesapsız rızık verendir. Orada (yiyecekleri görünce) Zekeriya, Rabbine (şöyle) dua etti: ‘Yâ Rabbi!  Bana kendi katından çok temiz bir nesil (çocuk) bahşet. Muhakkak ki sen duayı hakkıyla işitensin.’”

Büyük İslâm alimi Taberî, naklettiğimiz bu âyetleri izah ederken şunları anlatmaktadır: Meryem’in annesi ‘Hanne’, Hz. Yakub soyunun büyüklerinden ve saygın bir din adamı olan ‘İmrân’la yıllardır evli olduğu hâlde hâlâ çocukları olmamıştı. Yıllar, yılları kovaladı… Fakat bütün bekleyişi boşa çıktı. Nihayet bir gün bir ağaç gölgesinde otururken yavruları ile ilgilenen bir kuşu gören Hanne’nin yüreği taşıverdi ve şöyle dua etti:

“Şu ağaç gölgesinin verdiği huzurun gönlüme de dolmasını isterdim. Yüreğim bunca yıldır bir oğlu kucağıma alamamaktan, demir mengeneler ile sıkıştırılmış gibi ve bu bana azap veriyor. Ahhh!  Beni işittiğine sonsuz imanım olan Rabb! Şu kuşcağızın yavrusunu beslerken içine dolan merhameti yüreğimde duymak istiyorum. Kendi elceğizimle besleyip büyüteceğim bir evladın hasretini ne kadar da çok duyuyorum… Eğer, benim de bir çocuğum olursa onu mabede hizmetkâr olarak bağışlayacağıma söz veriyorum; onu muhayyer olarak, hür olarak mabede adayacağım.”

Hanne’nin duası dergâh-ı izzet’te kabul edilmiştir. Dileği yerine getirilmiş ve kendisine bir evlat ihsan edilmiştir. Âyetin orijinalinde geçen muhayyer kelimesi sözlükte ‘seçim yapma özgürlüğü’ olarak açıklanırken alimler ona bambaşka mânalar yüklemişler. Taberî’ye göre ‘muhayyer’ kelimesi, sadece âhiret işleriyle uğraşan, dünya ile ilgisi bulunmayan, Allah’a sürekli ibadet eden, Allah’ın evinin hizmetinde olan, mânasındadır.

Hz. Meryem sadece Allah’a kul olma hürriyetine sahip olmuş, ender insanlardan biridir. Ömür servetini bu uğurda harcayan nice yolcu, böyle bir nimete mazhar olamamışken Hz. Meryem İlâhî ihsan marifetiyle daha doğmadan evvel, eteğindeki bütün ağırlıkları boşaltmış, her insanın yüce ideali olan Mevlâ’ya, bir çift kanat yardımıyla vasıl olmuştur. Bu bir çift kanat, anne duasıdır. Ne tesirli hem de ne makbul!  Ne mutlu daha doğmadan hayırlı annelerin duası olanlara, ne mutlu hayatta iken annelerinin dualarına mazhar olanlara…

Her bebeğin annesinin bedeninde konuk olma süresi bellidir: Dokuz ay. Günler birbirini kovalayıp dokuz ay tamamlandığında İmran’ın hanımı Hanne yıllardır özlemle beklediği yavrusunu dünyaya getirdi. Ancak beklediği olmamıştı. Mabede bağışlamak üzere yolunu gözlediği evlat, bir erkek değil kızdı.

Hz. Meryem, tarihi kaynaklara göre, o dönemde Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altında bulunan Filistin topraklarında doğmuştur. Yahudi bir toplum içinde ve o soydan biri olarak dünyaya gelmiştir.

Hanne dünyaya getirdiği çocuğun kız olduğunu görünce ümitsizliğe düştü.

“Ya Rabbi, bu bir kız!  Hâlbuki ben, Senin mabedine hizmet etsin diye bana bir erkek çocuk vermeni diliyordum. Kız erkek gibi değildir. Şimdi nezrimi nasıl yerine getireceğim!  Ne mabedin kuralları ne de rahipler buna müsaade ederler!  Ancak verilmiş sözümü yerine getirmek boynumun borcu… Ey yavrucak, sana Meryem adını verdim. Dilerim adın gibi, adandığın yüce kudretin ibadetinde bir ömür geçirirsin. Seni taşlanmış şeytanın fenalığından Rabbimize ısmarladım. Şu bozulmuş ve haddi aşmış halkımızın içinde seni bütün fenalıklardan koruyacak olan yalnız O’ dur.”

Bu niyaz ve dualarla Hz. Meryem’i mabet görevlilerine teslim ettiğinde kutlu hayatın ibret dolu hâdiseleri başlamış oldu. Mabet görevlilerinin bir kız çocuğunu kabulleri görülmemiş bir durumdu. Çünkü daha önceden hiçbir kadın Meryem gibi mabet hizmetine verilmemişti. Yeni doğan kızın annesi Hanne yine âyette geçtiği gibi bir erkek dünyaya getiremediği için boynu bükük Allah’a yalvararak kızını mabede vermek istediğini söylemiş, Allah da onu adak olarak Hz. Zekeriya’nın eli ile kabul etmiştir. Hem de kabullerin en güzeliyle kabul etmiştir. Mabet görevlisi olarak hem de peygamber vasfı ile hizmet eden Hz. Zekeriya, Hz. Meryem’i belki de ilâhî bir işaret neticesi, kimsenin kınamasından korkmadan kabul etmiştir. İsrailoğulları’nın geleneğinde asırlardır süregelen mabetteki erkek egemenliği, ilk defa bu küçük kızcağız tarafından yıkılmıştır. Çünkü Zekeriya aleyhisselâm İsrailoğulları’nın peygamberi olduğu gibi onların bilgini, reisi ve müşaviri yani danışmanı idi. Ancak bu toplumda saygın kimselerin aynı hâli devam ettirebilmesi nadir görülen vakalardandır. Zira bir peygamber olan Hz. Zekeriya gibi daha pek çok peygamber İsrailoğulları’nın ihaneti neticesinde tebliğ üzere bulundukları hâlde şehit edilmiştir.

Hanne, kız kardeşinin eşi olan Hz. Zekeriya’ya gelerek:

“Ey kız kardeşimin şerefli eşi. Biliyorsun ben dul bir kadınım. Ne benim ne de Allah’a adadığım şu yetimin bir yardımcısı vardır. Onu senin asil koruyuculuğuna emanet ediyorum.” dedi.

Hz. Zekeriya kendisine uzatılan emanete sevgiden çok daha üstün duygularla bakıyordu.

“Saadetli Hanne, peygamberler soyundan gelen İmran’ın ardında bıraktığı bu kutsal emaneti kendi çocuğum gibi koruyup gözeteceğime, eşi ve benzeri olmayan Rabbimizi şahit tutarım. Mabetteki ihtiyaçlarıyla da hususen ilgileneceğime dair en küçük bir tereddüdün olmasın.”

Hanne’nin biricik kızını emanet ettiği kişi, Kur’an’da Allah’ın övgüyle söz ettiği Hz. Zekeriya idi. Hz. Zekeriya; Allah’ın hidayete erdirdiğini, salihlerden olduğunu, âlemlere üstün kıldığını ve dosdoğru yola yöneltip ilettiğini bildirdiği peygamberlerdendir.

Hz. Meryem’in mabede bağışlanışı ile ilgili anlatılanlar arasında, 20 kişilik bir grubun onu himaye etmek için yarıştığı ve bu mücadelenin sonunda Hz. Zekeriya’nın kazandığı rivayetleri de vardır. Kadınların mabede sokulmadığı bu dönemde bir kız çocuğunu himaye edebilmek için din adamları arasında yapılan bu müsabakalar, Hz. Meryem’in beklenilen işaretlerden bir kısmını taşıdığının delilidir. Bu sûretle Hz. Meryem, Hz. İsa’yı dünyaya getireceği genç yaşlara kadar huzur içinde ve saygı ve hürmet görerek mabette yaşamıştır. Bu süre 15 yahut 16 yıl kadardır.

Hz. Zekeriya, Hz. Meryem ile yakından ilgilenmiş, onun hayatındaki mucizevî olaylara bizzat tanık olmuş ve onun diğer insanlardan üstün kılınmış bir kimse olduğunu fark etmiştir. Hz. Meryem’in başına gelen bazı olaylar ile Allah’ın onu rahmetiyle desteklediğine ve çeşitli vesilelerle onu kendi fazlından nimetlendirdiğine şahit olmuştur.

Allah’ın kudretini sıradan mü’minlerden daha üstün bir bilişle kavrayan Hz. Zekeriya, sık sık yanına uğradığı Hz. Meryem’in küçük dairesinde karşılaştığı mucizelerin varlığına değil çokluğuna şaşırıyordu. Yoksa kudreti her şeyi kuşatmış olan Allahu Teâlâ’nın seçtiği bir kuluna ikramında şaşırılacak ne olabilirdi. Ancak Hz. Meryem mucize sağanağına tutulmuş gibiydi. Belki ömürde bir defa görülecek harikalar onun her günkü alışkanlıkları arasındaydı.

Hz. Zekeriya:

“Allah’ın selamı üzerine olsun ey adanmış Meryem. Bugün nasılsın? Bir eksiğin veya ihtiyacın var mı? ” diye her soruşunda insanlardan müstağni kılınmış olan, Allah’ın inayeti ile bir nefes dahi günaha bulaşmamış genç kız:

“Sana da selam olsun değerli eniştem. Bizi yaratan Allah’a hamd olsun, ne bir eksiğim ne de ihtiyacım var. Yalnız bizim gibi âciz ve günahkâr kullarına bahşettiği nimetlerine şükrümü yeterince ifâ edemediğimden, biraz daha kuvvet, biraz daha idrak vermesi için, kendisine el açılacakların en cömerdi olan Rabbimin dergâhına yüzümü çevirip duadayım. Bedenim bu hâli devam ettirmekte bana yetişemediği içi yorgun durumdayım.”

Hz. Zekeriya şüpheye mahal bırakmayacak açıklıkla bildiği mucizevî hâlleri Hz. Meryem’in de anlayıp kavradığını anlamak için:

“Senin yanına her geldiğimde gördüğüm şu yanındakiler kimdendir? Bu çeşit çeşit yiyecekler, meyveler ve nimetler kimin ikramı sana?

Seni bu odacıkta kim bulur ve besler? ” diye sorardı. Hz. Meryem:

“Soran, sorulandan daha iyi bilir ki kullar rızklarını ellerinin emeğiyle kazandıklarını sansalar da, onları ‘halk eden’ yedirir ve içirir. Benim yanımdakileri soruyorsan bunlar kimsenin elinin emeği değildir, bizzat Rabbimin katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızk verir.”

Bu maddi rızıkların yanında, Hz. Meryem’e ruhanî rızıklar da sunulduğunu ve bunların da bizzat Allah katından gelen, marifet, hakikat, ilim ve hikmet gibi yüksek değerler olduğunu da söyleyebiliriz. Zira zahiri ve batını ilimler ve haller birbirlerinin devamı ve tamamlayıcısıdır. Hz. Meryem’e sunulan zahiri nimetler, batınî kıymetinin ziyadeliğindendir. Tabii olarak o hücrecikte kendisine gözlerin göreceği nimetler bahşedilirken yalnız onunla Âlemlerin Rabbine mahrem hâller ve ikramlar da muhakkaktır.

Hz. Meryem, hayatının her anında, yaptığı her işte Allah’a yönelen, Onun ismini yücelten, bağlılığı ve itaati yürekten, samimi bir mü’mindir. Allah, İmran ailesini âlemlere üstün kıldığı gibi, bu aileye mensup olan Hz. Meryem’i de seçmiş, onu en güzel şekilde yetiştirerek tüm kötülüklerden arındırmış ve onu âlemlerin kadınlarına üstün kılmıştır. Allah Kur’an’da Hz. Meryem’in bu üstünlüğünü şöyle bildirmektedir:

“Vaktiyle melekler (Meryem’e de): ‘Ey Meryem!  Şüphesiz ki Allah seni seçti, seni (baştan beri) tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarından seçkin kıldı. ’ demişti. ‘Ey Meryem!  Rabbine (ibadet için) dîvan dur, secde et, (O’nun huzurunda) rükû edenlerle beraber rükû et. ’ (demişti. )” (3/Âl-i imrân, 42–43)

Hz. Meryem, Kur’an’da kendisine mahsus bir sûrede ve Âl-i imrân sûresinde zikredilişi ile değerlendirilirse ancak onun peygamberlerin eriştiği bir seviyede itibar elde eden, nev-i şahsına münhasır, bir genç kız olduğu anlaşılır. Onun yaşadıkları ne kendisinden önce görülmüş ne de kendisinden sonra yaşanmıştır. Çocuk denecek kadar genç bir yaşta, büyük ve ağır mesuliyetleri yüklenmesi icap etmiş, o yüksünmeden ve titremeden hepsinin üstesinden gelmiştir. Az önce sözünü ettiğimiz erkeklerden oluşan din adamları meclisine giren ilk kadın olmak yeterince ağır bir vazife iken ona: “Secde et ve rükû edenlerle birlikte rükû et! ” emri ile gelen yeni direktif daha da ağır bir sorumluluğu getirmiştir.

Hz. Meryem kendisine verilen emirleri sorgusuz sualsiz kabul edenlere, bu emre de şartsız itaati ile en büyük örnek olmuştur.

Mescide ilk girişinde:

“Burada ne işi var!  Onun mescidde kalmasına ve kendi hâlinde ibadet etmesine izin vermemiz aramıza katılarak ibadet etmesine de izin mânasını taşımıyor.”

“Biri Zekeriya’ya haber versin. Meryem hücresinden çıkmış, anlaşılan kendinde bir büyüklük ve yücelik vehmediyor. Bu rezalet hemen sona ermelidir.” dediler. Cemaat birbirine girdi.

Hz. Meryem kutsal sayıldığı kadar iftiraya da uğramış bir hanımdır, tıpkı oğlu gibi. Kendilerini takip edenler sadece Hz. İsa’ya değil Hz. Meryem’e de çok büyük borçlar ödeyeceklerdir.

Bu durumda Hz. Meryem, topluca yapılan ibadetlere katılması istenen ilk kadın olma özelliğini de taşımaktadır.

Kur’anın gösterdiği önemli örnek Hz. Meryem bir müddet mabedin tenha bir köşesinde ibadet ve taatle meşgul olarak yaşasa bile, sonradan aldığı buyruk ile onun insanların arasına karıştığını görüyoruz. İffeti ve takvası övülen, cesareti ile de yüceltilmesi gereken Hz. Meryem, ibadette bulunduğu bu yıllar neticesinde ikramların en büyüğüne mazhar olacaktı. Cebrail aleyhisselâm’ın Rabbinden getirdiği kutlu emaneti aldığı sırada 15–16 yaşlarında bir genç kızdı.

Allah Kur’an’da Cebrail’in, Hz. Meryem’in karşısına ‘düzgün bir insan’ görünümü içerisinde çıktığını bildirmiştir. Yine de korkuya kapılan Hz. Meryem:

“Ey yabancı!  Ben senden Rahman olan Allah’a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)” dedi.

Kendisine verilen emri yerine getirmekten başka bir vazifesi olmayan Hz. Cebrail yine emrolunduğu şeyleri söyledi:

“Ey Meryem!  Ben yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için buradayım. Rabb’in sana bir kelime ile müjde veriyor ki, onun adı İsa’dır. O, dünyada da ahrette de büyük bir şeref sahibidir. Allah senin oğluna dünyada peygamberlik verecek, ona birçok mucizeler ihsan edecektir. Âhirette ise peygamberler için hazırlanan makamlara yükselecek. Allah katında mukarrablerden olacaktır. O, insanlara beşikte iken de yetişkin iken de konuşacaktır. Ve nihayet o, doğru ve dürüst insanlardandır…”

Hz. Meryem biraz sakinleşmişti. Ancak kendisine söylenilen şeyin büyüklüğü karşısında dermanı kesilmişti.

“Nasıl olur. ” dedi. “Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben utanmaz ahlâksız (bir kadın) değilken bu nasıl olabilir?”

Gerçekten izahı zor bir soruydu bu. Hz. Meryem çok şey görmüş, çok mucizeye şahit olmuştu. Ama böylesi bir ikram, büyük zorlukları da getirecekti. Hz. Meryem başına gelecekleri düşündükçe ne hissetmişti bilemiyoruz. Hem Rabbinin ikramını alacaksın hem onun sadece peygamberlerine gönderdiği büyük vahiy meleği ile karşılaşacak ve konuşacaksın hem de insanlardan bir zarar görmeyeceksin… Mümkün değil… Tabiidir, bu nimetin bedeli cennet ile eşdeğerdir ama dünyada pek ağırdır.

Cebrail aleyhisselâm sözlerine devam ediyordu:

“Ya Meryem!  Allah, öyle diyor ve öyle istiyor. Allah her murat ettiğini yaratır. Hem o, bir şeyin olmasını istediğinde, ona sadece ‘ol’ der. O da derhal olur. Rabbin senin oğluna kitap ve hikmet öğretecek, Tevrat ve İncil’i belletecektir. O’nu İsrailoğulları’na peygamber gönderecektir. İsrailoğulları’na peygamber olarak gönderildiğinde onlara şöyle diyecektir:

“Ben size Rabb’iniz tarafından şu mucizelerle geldim: Çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üfürürüm. O, Allah’ın izniyle bir kuş olur; Anadan doğma körün gözünü açar, alaca hastalığa tutulanı iyi ederim. Ve yine Allah’ın izniyle ölüleri diriltir, evlerinizde ne yediğinizi, ne biriktirdiğinizi size haber veririm…”

Allah Kur’an’ın Meryem sûresindeki, “Nihayet (Meryem, Allah’ın izniyle) ona (İsa’ya) gebe kaldı ve bu (hali) ile uzak bir yere çekildi.” âyetiyle, Hz. Meryem’in hamile kalmasının ardından ıssız bir yere çekildiğini bildirmektedir.

Allahu Teâlâ, ahlâk düşüklüğünden, kötü sıfatlardan koruduğu gibi Hz. Meryem’i, keramet ve yüce bir makam vererek, kulları arasından ‘seçilmiş’ kulları arasına almış, daha sonra da ona babasız olarak Hz. İsa’yı vermekle hiçbir kadına vermediği bir dereceye onu yükseltmiştir. Gencecik omuzlarına yüklenen büyük sorumlulukların altından, Allah’ın kendisine ihsan ettiği seçkin vasıfların yanında iltifatının gücü ile kalkabilmeyi başarmıştır. Mânevî bakımdan eşsiz bir makam olan Hz. İsa’ya annelik, halkın nazarında evli olmayan bir genç kızın çocuk sahibi olması yüzünden büyük bir fecaat sayıldığından, ömrü boyunca Allah’tan başka kimseye muhtaç olmamış olan Hz. Meryem bu olayda da yalnızca O’nun inayeti ile temize çıkabilmiştir.

Allah, hayatının her anında olduğu gibi bu dönemde de Hz. Meryem’i rahmeti ve korumasıyla desteklemiş, Hz. Meryem’e hamilelik dönemi boyunca psikolojik ve fiziksel açıdan ihtiyacı olabilecek her türlü imkânı yaratmıştır. Çok iyi bakım gerektiren ve hayati riskler içeren bir olay olan doğum esnasında, tıbbi malzemeleri, tecrübeli bir yardımcısı olmayan bir kişinin, yalnız başına bu işin üstesinden gelebilmesi çok zordur. Buna rağmen bu konuda hiçbir tecrübesi olmayan Hz. Meryem, Allah’a olan bağlılığı ve güveni ile bu zor işi tek başına başarabilmiştir. Şiddetli doğum sancıları içerisinde bir hurma dalına doğru ilerlediği sırada ağlıyordu.

“Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim. Şu sancılardan çok daha şiddetlisi ise babasız bir erkek çocuğu dünyaya getirme acısıdır ki içimi nasıl da yakıyor.” diyordu.

Savunmasız, korumasız bir genç kızın yürek sızısını duyabiliyor musunuz? O sızı “Keşke yok olsaydım.” diye yüreğini oyuyordu. Bu hâl nasıl açıklanır, nasıl izah edilirdi ki hâlden anlamayan, peygamberleri bile katleden bir topluluğun karşısında. Hem ona kim yardım ederdi? Gaipten gelen bir ses ona seslendi: “Derken, alt tarafından (bir ses) ona şöyle seslendi: Üzülme, Rabbin alt (yan)ında küçük bir nehir meydana getirdi. Hurma ağacının (kuru) dalını kendine doğru silkele, (kudretimize delil olarak) üzerine taze, olgun hurma dökülsün. Artık ye, iç, (oğlun dolayısıyla) gözün aydın olsun!  Eğer insanlardan birini görürsen, ben Rahmân için (susma) oruc(u) adadım, bugün hiçbir insanla asla konuşmayacağım, de.” (19/Meryem, 24–26)

Hz. Mevlâna’ya göre, Meryem de doğum ağrısı olmasaydı, baht ağacına gitmezdi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacının kütüğüne dayanmaya sevk etti. Bu dert yüzünden sanat sahibi Allah, o kuru hurma ağacını yeşertti. Çünkü o ulu, o temiz kadın vefakârdı. Bu yüzden Allah, o istemeden onun yüzlerce muradını ona verdi.

Vücut da Meryem gibidir; her birimizin İsa’sı vardır. Eğer o dert oluşursa İsa’mız doğar; eğer dert olmazsa, İsa da o geldiği gibi tekrar kendi aslına döner. Biz de böylece ondan faydalanmaktan mahrum kalırız.

Kuşkusuz Hz. Meryem’in hamileliğinin gerçekleştiği bu dönemi ıssız bir yerde geçirmesinin pek çok hikmeti vardır. Allah bu şekilde onu içerisinde bulunduğu mucizevî durumu kavrayamayacak insanların rahatsız edici tavırlarından uzak tutmuştur. Bu dönemi en rahat ve en huzurlu şekilde geçirmesini sağlamış, sonra da bu durumu insanlara bir başka mucizevî olayla açıklayarak Hz. Meryem’in kendisine yöneltilecek tüm iftiralardan en güzel şekilde temize çıkmasını sağlamıştır.

Hz. Meryem ailesinden uzaklaşıp çekildiği ıssız bölgeden Hz. İsa ile birlikte geri döndüğünde kavmindeki insanlar bu durumun Allah’ı n yarattığı bir mucize olduğunu kavrayamamış, iyi ve güzel düşüncenin terk ettiği bu insanlar her çağda olduğu gibi dedikodu kazanını kaynatmaya başlamışlardı.

“Duydunuz mu İmran’ın kızının yaptığını.” diyorlardı. “Bu ne duyulmuş ne de görülmüş bir şeydir!  Bir genç kız tenhaya çekilsin sonra da kucağında bir çocukla çıkagelsin.”

Her biri başka başka şeyler söylüyordu ama hepsinin yapmak istediği aynı şeydi:

“Hem mabedin hizmetinde Allah’a ibadet et, hem de böyle soylu bir aileye dâhil ol, sonra da Allah’ın sevmediği, kavminin de sevmediği bir iş işle. Bari halkın arasına karışmasaydın. Çocuğunla birlikte insanlardan uzakta bulunsaydın.”

Hz. Meryem’i ve ailesini yakından tanıyanlar, onun mabetteki hâllerini bilenler bu ağzı çok laf yapan insanları susturmaya çalışıyordu.

“Ey insanlar! Ne dediğinize bir bakın. Mabedimizin kutsal Meryem’inden söz ediyorsunuz. Çekildiği uzletten kucağında bir çocukla dönmüş. Bu işin içinde bizim anlamadığımız bir başka iş olmasın. Meryem kendini ibadete adamış saliha bir genç kızdır. Nasıl böyle bir günah işler. Hiç mümkünü yok!  Muhakkak bu ona Allah tarafından verilen bir hâldir.”

Bu sözler herkesin aklını karıştırmıştı.

“Olabilir mi böyle bir şey. Yok canım. Hayır… Olamaz. Olur, mu ki… Niçin olmasın, onun hangi işi ve hâli bizim hâlimize benzerdi ki. Belli ki o seçilmiş bir insandır.”

“… ‘Ey Meryem!  Sen ne tuhaf bir şey yaptın!  Ey Harun’un (nesli ve doğrulukta onun) kız kardeşi!  Baban (İmran) kötü iş yapan bir kimse değildi, annen de fahişe değildi. ’ (dediler).” (19/Meryem, 27–28)

İnsan bu; izanı noksan, aklı az, insafı zayıf, nefsi güçlü yaratılmıştır. Düşeni gördüğünde elinden tutup kaldıracak erdemli insanlar, bugün olduğu gibi o gün de nadiren bulunuyordu. Pek azı müstesna hepsi Hz. Meryem’e yönelik birtakım çirkin iftiralarda bulunmuşlardı. Hem İmran ailesinin hem de Hz. Meryem’in Allah’tan korkan dindar kimseler olduklarını, güzel ahlâklarını ve iffetlerine olan düşkünlüklerini bildikleri hâlde…

Uğradığı bu iftiralar karşısında Hz. Meryem duaya sarılmıştı: “Ey âlemleri, beni, kucağımdaki küçücük yavrumu ve bana bühtan eden bütün bu ahaliyi yaratan Allah’ım!  Bütün işler senin elindedir. Senin emrin dışında ne bir kuş havalanabilir ne de bir çalı kıpırdayabilir. Bütün iyilikler senden, fenalıklar ve günahlar da nefsimizdendir. Verdiğin bütün sıkıntılarla biliyorum ki beni arındırıyor ve kendine daha da yakınlaştırıyorsun. Lakin bu iftiralar, ne dediğini bilmez şu kalabalığın sözleri beni incitiyor. Yine senin takdirin miktarınca tahammül edeceğim. Allah’ım, Sana sığınıyorum. Allah’ım en güzel karşılığı vereceğini bilerek sana tevekkül ediyorum.

”Duasından aldığı güçle halka seslendi:

“Ey iftiracılar!  Ben Rahman (olan Allah)’a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım.”

Allah’ın kendisine daha önce “Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir.” ayetiyle müjdelediği, Hz. İsa’yı işaret ederek sustu. Bu hareketiyle bebeğin konuşacağını, gerekli bütün cevapları onun vereceğini söylemek istiyordu.

Halk şaşırdı, bir adam:

“Sen bizimle eğleniyor musun ey İmran’ın kızı. Yaptıkların yetmedi bir de bizi alaya mı alıyorsun!  Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz.” dedi.

Konuşurdu işte. Allah, ha yetişkini konuşturmuş ha beşiktekini, ne fark ederdi ki!  Bize zor, inanılmaz, müşkül gelen bu hâdise, onca insanın gözü önünde bir anda cereyan etti. Bebek İsa:

“Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O, bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım beni, mübarek (feyizli ve insanlara faydalı) kıldı. Hayatta olduğum müddetçe bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme itaatli (ve iyilik edici) kıldı. Beni bedbaht/azgın bir zorba yapmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de, selâm (esenlik, Allah’tan) benim üzerimedir.” (19/ Meryem, 30–33) diyerek dile geldi.

Allah’ın Hz. İsa’ya beşikte iken konuşturması, Hz. Meryem’e karşı çirkin iftiralarda bulunan kavminde büyük bir şaşkınlığa sebep olmuştur. Hz. Meryem’in ne kadar üstün ahlâka sahip bir insan olduğu, onurlu ve temiz kişiliği bu konuşmayla ortaya çıkmış ve inkârcı kavmin tuzakları en güzel şekilde bozulmuştur.

Bu olayı görenlerin hepsi iman etmiş mi? Hayır, ne yazık ki öyle değil. Daha doğmadan evvel büyük mucizelerle gelen Hz. İsa ömrü boyunca bu kalın kafalı insanlarla uğraşmış, ancak kendisine inananlar iki elin parmaklarını geçmemiştir. Büyük mucizeler, büyük işler ve büyük nimetlerdir. Fakat aynı zamanda muhatabının imanının düşüklüğünü gösterir. İsrailoğulları iknaya o kadar muhtaç idi ki Allah-u Teâlâ, bütün dünya düzenine aykırı olarak, babasız bir çocuk halk etmiş, onu kundakta konuşturmuş, bu bebeğin ağzından peygamberliği ilan ettirmiş, onun elinden ölüleri diriltmiş… Bunca emeğin sonunda bir avuç insan ancak iman edebilmiş. Onlar da sabit kadem olmaya güç yetirememiş. Bin bir oyunla Hz. İsa’nın dinini kendi arzularına ram etmiş. Allahu Teâlâ aklın seviyesini hakikati kabul edebilme kabiliyeti ile eşdeğer kılmıştır. İnsan, hakikati ne kadar çabuk kabul ederse o nispette yüksek bir akla sahip demektir.

Kur’ân-ı Kerîm ve İslâmî kaynaklarda verilen bilgiler bu kadardır. Hz. Meryem hayatı boyunca gösterdiği üstün ahlâk ile tüm Müslüman kadınlar için önemli bir örnek olmuştur. Allah, Hz. Meryem’e dünyada önemli bir sorumluluk yüklemiş ve bu şerefli görev için onu Kur’an’ın ifadesiyle ‘güzel bir bitki gibi’ yetiştirmiştir. Allah, onu İmran ailesi gibi seçkin kılmış, güçlü ve samimi iman sahibi kimselerin soyundan kılarak onun bu üstün ahlâklı insanlar tarafından yetiştirilmesini sağlamıştır. Bunun yanı sıra Allah, Hz. Zekeriya’nın eğitimiyle, Hz. Meryem’i üstün ve seçkin bir peygamberin ahlâkıyla ahlâklandırmıştır. Allah’ın rahmeti sayesinde, doğduğu andan itibaren bu kutlu insanların eğitimiyle şereflenen Hz. Meryem, güçlü bir iman ve üstün bir ahlâk seviyesine ulaşmıştır. Bu olgunluğa eriştikten sonra ise Allah mucizelerini göstererek, Hz. Meryem’in üzerindeki rahmetini, korumasını ve merhametini yakinen görmesini sağlamıştır. Hz. Meryem’in yaşadığı tüm zorlu anlarda tek başına olması, onun için başlı başına önemli bir imtihan olmuştur. Zira insanlar zorluk anlarında daima kendilerine yardım edecek, destek olacak yol gösterecek birilerine ihtiyaç duyar ve bunlar olmadığında da bazıları yalnızlıklarından dolayı bir zayıflık ve üzüntü hissine kapılırlar. Hz. Meryem’de ise böyle bir durum söz konusu olmamıştır. O, her şeyi yalnızca Allah’tan beklemiş, yalnızca Allah’a güvenmiştir. En zor anında bile ümitsizliğe, karamsarlığa kapılmamış, Allah’ın tüm yaşadıklarını mutlaka hayra dönüştüreceğini, zorlukların her birini en güzel şekilde gidereceğini bilerek Allah’a gönülden teslim olmuştur. Nitekim Allah, yaşadığı her zorlukla beraber onun için bir kolaylık kılmış, onu daima yardımı ve rahmetiyle desteklemiş ve karşılaştığı zorlukları çok büyük hayırlara ve güzelliklere dönüştürmüştür. Ki bunların arasında annesiz-babasız oluşu, babasız bir çocuk dünyaya getirişi, eniştesinin katledilişi, yaşadığı şehirde bulunan bütün ileri gelenlerin ve halkın düşmanlığı, Peygamberliği halkı arasında kabul görmemiş, Yahudilerin ise düşmanlığını çeken bir oğla sahip oluşu, sonra bu oğlun ihanete uğraması, göğe kaldırılması, sonra da yine yapayalnız kalması sayılabilir. Daha çocukluğundan itibaren kurulmuş düzen için bir tehlike olan Hz. İsa’yı Roma gibi teşekküllü, güçlü ve muktedir bir imparatorluğun tehdidinden nasıl korumuştur? Yahudiler kendileri için büyük tehdit olarak gördükleri Hz. İsa’yı küçükken de öldürmek istemişlerdir, oğlunun can güvenliğini kim bilir nerelere saklanarak sağlamıştır!

Bu saydıklarımızın hepsi olağan dışı şeylerdir, aralarına bir de sıradan insanların hayat mücadelelerine dair sıkıntılar serpiştirilmiş durumdadır. Mesela oğlu ile birlikte hayatta kalma, onu doyurma ve besleme, barınma ihtiyaçlarını 15 yaşında anne olan bu kızcağız karşılamıştır. Nerde yatıp nerde kalkmışlar, ne yiyip içmişlerdir? Hastalıkla, açlıkla, hırsız ve katillerle nasıl mücadele etmiştir? Hz. Meryem, hayatın her türlü sorunu ile karşılaşmış, her biriyle yanında herhangi bir koruyucusu, hamisi, abisi, dayısı, babası, kocası olmadan hayatta kalmıştır. Üstelik hayatı bütün insanlara örnek olacak nadir bir ömürdür. Çok güçlü, iradeli ve kararlı bir kişilik sergilemiştir. Allah da onun işini kolaylaştırmış ve gösterdiği güçlü karakterden dolayı onu başarılı kılmıştır. Hz. Meryem’in ahlâkındaki üstünlüğün bir başka göstergesi ise onun üstlendiği zor sorumluluğu yerine getirirken yaşadığı sıkıntılar karşısında güzel bir sabır gösterebilmiş olmasıdır. Hz. Meryem çok önemli ve şerefli bir görev üstlenmiştir. Ancak bu üstün ve şerefli durumun, kavmi tarafından gereği gibi anlaşılamaması, inkâr içerisinde olan halkının kendisine haksız bir bakış açısıyla yaklaşıp iftiralarda bulunması, Hz. Meryem için önemli bir sabır ve deneme konusu olmuştur.

Bu aşamada da Allah’a olan güveninde sabır ve kararlılık göstermiştir. Güçlü, iradeli ve dirayetli kişiliğinden hiçbir şekilde taviz vermemiş, insanların cahilce tavırlarına karşı güzel bir sabır ile sabretmiştir. Hz. Meryem’in bu olaylar sırasında dikkat çeken bir başka özelliği ise, insanların rızasından tamamen sıyrılmış olmasıdır. Bu sebeple insanların iftira ve kınamalarından hiçbir şekilde etkilenmemiştir. Samimi imanı ve ihlâsıyla Allah’ın rızasına uygun hareket etmekten başka bir gayesi olmamıştır. Yüksek ve temiz bir imana sahip olan Hz. Meryem, serapa bir güzel ahlâk numunesidir. Tam da bütün gücüyle kendisini savunması gereken zamanda ‘susmayı’ ihtiyar ederek peygamberi bir ahlâk örneği daha sergilemiştir. Şüphesiz, kadın erkek bütün inananlara bizzat Âlemlerin Rabbi tarafından misal getirilen gencecik Hz. Meryem, bir ömür takip edilecek ahlâk ve iman şahikalarından biridir. Nadir kadınlar nefsi yenip yüceldiler. Meryem de kadındı ama Meryemler çok nadir çıktılar. Muhakkak, yaşayanlara ona uymak vacip oldu. Hz. Meryem’e selam olsun, ecdadına ve şerefli evladına da…

(Kaynak: Hz. Havva’dan Hz. Zeyneb’e Kadınların İzinde, Serpil Özcan, Server İletişim, Yayın no. 1, 1. Baskı. 2009.)