29 Mart 2024 / 19 Ramazan 1445

Su Kasidesi (Fuzûlî)-3

s1

13. Dest-bûsi ârzusiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su

Dest: El; fayda; zafer; mevki; tarz
Bus: Öpme, öpüş, öpücük
-bus: Öpen
Dest-bus: El öpme
Kûze: Toprak

(Dostlarım! Onun elini öpmek arzusunu gideremeden ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin ki hiç olmazsa mezar toprağımdan yapılan testi onun eşerine ve dudaklarına değsin.)

Aliterasyon: “s” sesiyle yapılmış.
Leff ü neşr: Ölmek-toprak, dost-yar.
Tenasüp: Arzû toprag, su, kûze

Şair gerçek hayatta sevgiliye kavuşamayacağını ve aşk arzusunu onu öldüreceğini söylüyor. Şairde Hz. Muhammed’in elini öpme arzusu var. Bu emeline de mezar toprağından yapılan kaseyi Hz. Muhammed eline alınca ulaşacak. Hz. Muhammed o kaseyi eline aldığında şair de onun elini öpmüş olacak ve şair bu arzusunu giderecek. Fuzûlî burada Hz. Muhammed’in dudağını öpmeyi de kastetmiş olabilir. Çünkü sevgili kaseyi eline aldığında onu mutlaka dudağına götürecektir. Böylece mezar toprağından yapılan kase sevgilinin dudağına değecek böylece sevgilinin dudağını öpmüş olacak.

14. Serv serkeşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayagına düşü yalvara su

Ser-keş: Baş çeken; baş kaldıran, asi
Kumrî: Kumru
Niyaz: Yalvarıp yakarma, yalvarış, dua.
Dâmen: Etek

(Sivri kumrunun yalvarmasından dolayı dik başlılık ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi vazgeçirir.)

Kişileştirme: Kumrunun yalvarması.
Hüsn-i talil: Servinin başını iki tarafa sallaması, kumrunun ötmesi, suyun ağaçlık yerde olması.
Açık istiare: Servi sevgiliye, kumru aşığa benzetilmiş.

Gül ile bülbül aşkı neyse servi ile kumru aşkı da odur. Kumru sürekli serviye yalvarır. Servinin ise uzun boylu, dik başlı görünüşü vardır. İşte su, servinin kumruya yüz vermesi için aracı olsun, serviye yalvarsın, servinin ayağına düşsün ve sevgili kumruya bir kere gülümsesin. “Ona bakıver.” diyor. Servi kumruya baktığında oklar kumrunun gönlüne batacak ve serviden yani sevgiliden bir iz bırakacak. Ok zaten servinin çıvgınlarından yapılır. İşte o çıvgınlar ok olup kumrunun kalbine saplanır. Kumru buna muhtaçtır. Burada servi sevgili, kumru ise aşıktır. Servi suya bakarsa Allah’ın rahmetine bakmış olacak ve aşığı ümmetine katmış olacak. Burada kumru serviye “Hu” diye seslenir. Servi de salınırken aynı sesi çıkarır. İşte aşık ile maşuk aynı şeyi söylüyor. Bu beyitte servi boylu sevgilinin ümmetini dilemesi ve ümmetinin sevgiliye bağlanmak için onu dilemesi eşitlenmektedir. Sevenle sevilen aynı şeyi söyler. Hz. Muhammet “Ümmetim” diye ümmetini, kul ise “Hu” diye “O”nu söyleyecek.

İkinci bir bakış açısı olarak: Kumru yalvaran kuldur. Su ise Hz. Muhammed. Servi ise Allah’ın rahmeti. Kumru durmadan serviye yalvarıyor. Yani Allah’a Ama arada bir vesile, bir elçi lazım. Getirdiği haber gibi bir gün desin ki:”Ya Rab! Bu benim ümmetimdendir, şefaatim üzerine olsun, onu bana yaz.”

15. İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budagınun mizacına gire kurtara su

Reng: Renk; hile, oyun; şekil; can, kuvvet.
Mizac: Bir şeyle karşılaştırılan şey, huy, yaratılış; sağlık.

(Gül fidanı bir hile ile bülbülün kanını içmek istiyor; bunu, ondan suyun gül dallarının damarlarına girmeci kurtarabilir.)

Telmih: Gül ile bülbülün aşkı.
Hüsn-i Talil: Gülün kırmızılığını bülbülün kanından alması.
Tevriye:“Reng” kelimesi hem renk hem de hile anlamında kullanılımıyla
Kişileştirme: Su ve gül kelimeleri kişileştirilerek
Tenasüp: “Bülbül-gül-reng-kan; kan-su-gül” kelimeleriyle

(Bülbül, güle aşıktır. Bütün gece feryat figan ağlar. İstediği tek şey vardır. Gonca gülün açılması. Gül açılınca ne olacak? Bülbül gülün güzelliğini görecek. İşte bu yüzden kendini parçalar. Bütün gece öten bülbül sabaha karşı yorgunluktan bitkin düşer ve uyuyakalır. Gün ışığını gören gül ise açar. Tüm güzelliğini gösterir. Ama bülbül bunu göremez. Bu böyle sürüp gider. Ve bir gün bülbül yine acı acı öterken gülün dikeni kalbine saplanır. Bülbülün tüm kanını emer. İşte o zamane kadar pembemsi bir rengi olan gül kırmızı olur. Gülün kırmızılığının bülbülün kanından aldığı söylenir. Bülbül her gece güle inanır, aldanır.)

Gül bir hile ile bülbülün kanını almak ister. Böylece rengi kırmızı olur. Bunu sebebi gülün daha güzelleşmek istemesidir. Burada su, bülbülün kurtarıcısı gibi görünüyor. Gül artık bülbülün kanını almasın, su güle renk vererek gülün dengesini korusun istiyor. Böylece bülbül kurtuluyor.

(Bedendeki dört su dengesi olunca insan sağlıklıdır. İşte burada gülün vücudundaki su dengesini bulması sağlıklı olması demektir.)

Burada “Su, gülün mizacına girsin, onun huyuna gitsin, onu yatıştırsın.” anlamı da vardır. “Su, gülün huyuna uygun davransın, damarına girsin de bülbülün kanını azat etsin, gülün kan dökmesine engel olsun, bülbülün kanı korusun.” diyor. Çünkü su bir rahmettir. Rahmet de merhameti gerektirir. Merhametin en zirve noktası da Hz. Muhammet’tir.

(Girizgâh)
16. Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’e su

Tıynet: Yaratılış
Tıynet-i pâk: Temiz yaratılış
İktidâ: Uyma, tabi olma.
Tarîk: Yol; usûl; meslek
Tarîk-i Ahmet-i Muhtâr: Hz. Muhammed’in yolu., Kur’an yolu, İslamiyet

(Su, Hz. Muhammed’in s.a.v yoluna uymuş ve bu hâli ile dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.)

Kişileştirme: Su, peygamberimize bağlı bir insan olarak gösterilmiştir.

Bu beyit iki şekilde yorumlanabilir:
Su, Hz. Muhammed’in ne kadar temiz yaratılışlı olduğunu onun yoluna girmekle herkese anlatmaya başlamıştır.
Su, Hz. Muhammed’in yoluna kendisini koymakla ne kadar temiz yaratılışlı olduğunu ispatlamıştır.
Bu beyitteki tema, temiz yaratılıştır. Su Hz. Muhammed’in yoluna girmekler temiz olma özelliğini pekiştirmiştir. Yoksa su nasıl temiz olabilir ki? Temiz yaratılışlılar temiz yaratılışlılara layıktır. Su zaten temizliğin simgesidir.
Tıynet yaratılış, tıyn ise toprak demektir. Demek ki suyun toprağın içinde olduğu için temizleyici özeliği de var. Su böylece başını toprağa koymuş oluyor. Suyun toprağın içinde olması toprağa baş koymasıdır. Topraktan ayrı ama toprağa baş koyuyor.
“Sen olmasaydın, sen olmasaydın ya Muhammed, kâinatı yaratmazdım, var olan hiçbir şeyi var etmezdim.” İşte su, bu hitaba uyduğu için temizdir. O’na her kim uyarsa elbette temiz olacaktır.

17. Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfa
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

Seyit: Hz. Muhammed’in soyundan olan.
Nev’: Çeşit
Seyyid-i nev’-i beşer: İnsan cinsinin efendisi
Dürr: İnci. Eskilere göre nisan yağmuru, feyz ve rahmettir. Nisan ayında bütün bitki ve hayvanlar Allah’ın bu rahmetini alabilmek için ağızlarını açık beklerler. Bu yağmurun bir damlası istiridyenin içine düşerse inci, yılanın ağzına düşerse zehir olur.
Istıfa’: Seçme, ayırma; bir şeyin iyisini, temizini seçip alma.
Mu’cizat: Mucizeler
Eşrâr: Şerler, kötüler, şer sahipleri.
Âteş-i eşrâr: Şer sahiplerinin ateşi.

(İnsanların efendisi, seçme inci denizi olan Hz. Muhammet’in mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.)

Açık İstiare: Dürr ile peygamberimizin canı, derya ile de bedeni kastedilmiştir.
Tezat: Ateş-su
Tenasüp: Dürr, serpmek, su, derya.
Telmih: Peygamberin doğumundaki Mecusilerin ateşinin sönmesi mucizesi.
Teşbih: Hz. Muhammed, seçkin incilerin çıktığı denize benzetilmiş.

Burada yukarıdaki ayetle bağlantı söz konusudur. Şaire göre bizler var olmamızı Hz. Muhammed’e borçluyuz. Hz. Muhammed için şair bu beyitte “denizin incisi” değil “inciler denizi” diyor. Burada Hz. Muhammed’in ağzından çıkan sözleri inci kadar değerli ve derya gibi, insanlığın su (rahmet) ile dolduracağını söylüyor. Su, rahmet olduğu için onun her incisi bir rahmet denizi oluyor.
Beyitteki “eşrar” sözcüğünün iki anlamı vardır. Birincisi kötüler, şerlilerdir. Burada Mecusileri ve ateistleri kastediyor. Mecusilerin iki tandırı vardır. İyilik tanrısı (Hürmüz), kötülü tanrısı (Ehremen). İyilik tanrısını hep yanlarında hissetmek için ateşi hiç söndürmezler.
İkinci anlam ise kıvılcımlardır. Bu anlamıyla şair, Hz. Muhammed ile su arasında şer ateşlerini söndürmek bakımından bir paralellik kuruyor. Burada Hz. Muhammed’in doğduğu gece Mecusilerin ateşlerini sönmesi kastediliyor. İlk dizeye dönersek;
Dünyanın çoğu sudur. Eskiden dünyanın düz bir tepsi ve gökyüzünün de bir kubbe gibi örtülü olduğu düşünülüyormuş. Bir istiridye gibi. Bu istiridyenin içinde de bir inci vardır: Hz. Muhammed
Şair bu beyitte aynı zamanda şiirin sözden çok daha zor ve değerli olduğunu söylüyor. Nazm yusyuvarlak bir inciyi tam ekseninden bir delik açıp onu bir ipliğe dizmektir. Dize de buradan gelir. İşte şiir yazmak da yuvarlak inciyi elle mükemmel bir şekilde dizmek kadar zordur.
Peygamberimizin inci ile bir başka bağlantısı da şöyledir: Peygamberimiz yetim olduğu için dürr-i yetim de denirdi.
Hz. Muhammed’in tüm sözlerine hadis diyemeyiz. Ama hadis niteliğindekiler de inci değerindedir.

18. Kılmağ içün tâze gülzâr-ı nübüvvet revnakın
Mucizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

Nübüvvet: Nebilik, peygamberlik
Gül-zâr: Gül bahçesi
Gül-zâr-ı nübüvvet: Peygamberliğin gül bahçesi.
Revnâk: Güzellik, parlaklık.
Izhâr: Gösterme, meydana çıkarma, gösteriş.
Seng: Taş.
Hârâ, hâre: Katı, sert.
Seng-i hâra: Çok sert taş, mermer
Mu’ciz: Mucize

(Katı taş, peygamberliğin gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için onun mucizesinden dolayı su çıkarmış.)

Telmih: Hz. Muhammed’in taştan su çıkarması.
Tenasüp: Gül-zar, tâze, revnak, su.
Teşbih: Peygamberlik gül bahçesine benzetilmiş.

Burada nebilik ve peygamberlik makamlarından bahsediliyor. Nebiler kitap ve şeriat getirsin veya getirmesin tüm peygamberler için kullanılır. Kendilerin önceki peygamberin getirdiği kitap ve şeriata (hukuka) davet eder. Nebi bu özelliği ile resul kavramından ayrılır, çünkü resûl yeni bir kitap ve şeriat getiren peygamberdir. Böylece her resul, nebidir fakat her nebi resul değildir. Nebi resûl kavramına oranla daha geneldir.
Burada gül bahçesinin yetiştirilmesinden bahsediyor. Gül bahçesi kurumuştur. Çünkü Hz. İsa’dan bu yana 600 küsur yıl geçmiştir. O bahçeye bir renk verilmesi gerekmektedir. Buna bağlı olarak da Hz Muhammed’in mucizesine telmih vardır.
Bir gün peygamberimize bir grup adam geliyor. Ve diyorlar ki: “Bizim oralarda kuyular kurudu, ırmaklar akmıyor, dolayısıyla yaz çok kurak geçiyor, bitkiler yeşermiyor, kıtlık olacak.” Peygamberimiz de yerden yedi tane taşı topluyor, avucu içerisinde hepsini ufalayıp üzerine okuyor. Sonra gelenler teslim ediyor. Diyor ki, “Götürün bunu kurumuş olan kuyularınıza sırayla atın.” Her taş atılırken okuyacakları duayı söylüyor. Taşlar kuyulara atıldığında kuyuların dipleri suyun çokluğundan görülmüyor.
Her peygamber, peygamberliğin gereği olarak mucize gösterir. Müşriklere peygamber olduklarını ispat etsinler, onlar da inanabilsinler diye. Peygamberlik bahçesine güzellik vermenin yolu bu idi.
Fuzûlî’nin yaşadığı yerde demek ki gül bahçesi solmuş. Yani İslam adına bir gevşeme görüldüğü belli. Şair burada bölgedeki insanları uyarıyor.
Burada peygamberler veliler arasındaki farktan söz etmek gerekir. Veliler Allah’a yaklaşmak için insanlardan uzaklaşırlar. Peygamberler de Allah’a yaklaşma için insanlara karışırlar. Peygamberlik sırrını kullanarak dünyayı güzelleştirmeye çalışırlar. İnsanları iyi yola sevk ederler. Çünkü o bahçenin solmaması gerekir. Bu da bir mucizedir.

19. Mu’cizi bir bahr-ı bî pâyân imiş âlem kim
Yetmiş andan min min âteşhâne-i küffâra su

Bahr: Deniz
Pâyân: Son, uç; kenar.
Bî-payan: Sonsuz, uçsuz bucaksız.
Ateş-hâne: Mecusilerin tapınağı
Âteş-hâne-i küffâr: Kafirlerin ateşhanesi.

(Hz. Peygamber’in mucizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki ondan ateşe tapanların binlerce mabedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)

Benzetme: Peygamberimizin mucizelerini uçsuz bucaksız bir denizi benzetilmesi.
Tezat: Bahr-su-ateş.
Tevriye: “Yetmiş” kelimesi hem erişmiş, hem de kifayet etmiş anlamında kullanılmıştır.
Telmih: Beyitte Hz. Muhammet (S.A.V)’nin doğumuyla bin yıldır hiç sönmeyen Kisra sarayındaki ateşin sönmesi hatırlatılmıştır

Burada “yetmiş” sözcüğünün iki anlamı vardır:

1. Mucize olarak yeter.
2. Suyun erişmesi.

Bu beyitte Hz. Muhammed’in doğumuyla Mecusilerin hiç sönmeyen ateşinin söndüğü söyleniyor. Bu ateşin sönmemesi için Mecusiler her türlü gayreti göstermişler ancak peygamberimizin doğumuyla o ateş sönmüş ve uzun süre yakılamamıştır. Böylece eşsiz mucizelere delil olarak da ikinci dizeyi gösteriyor. Peygamberimizin mucizelerini eşsiz bir deniz olarak göstermiş şair. Bilindiği gibi su rahmet demektir. İran’ın fethinden sonra İranlılar Müslüman olmuşlardır. Böylece kafirler suya yani merhamet ulaşmıştır. Bu beyitteki binlercesi demek tüm İran’ın Müslüman olması demektir.

20. Hayret ilen barmagın dişler kim itse istima’
Barmagından virdigün şiddet güni ensâra su

Barmağını dişlemek: Parmağını ısırmak.
İstima’: Dinleme, işitme, kulak verme.
Ensâr: Yardım edenler, yardımcılar, hicrette Mekkeli Müslümanlara yardımcı olan Medineliler.

(Mihnet günü ensara parmağından su verdiğini kin işitse hayret ile parmağını ısırır.)

Telmih: Hz. Muhammed’in parmaklarından su akıtma mucizesi.
Tenasüp: Hayret ile parmağını dişlemek

Peygamberimizin parmağından o şiddet gününde ensara su verdiğini duyan hayretinden parmağını ısırabilir.
Hicretten sonra Medine’deki ensarlar muhacirlere yardım etmişlerdir. Bu yardım bir çeşit su vermek olarak adlandırılmıştır. Burada birinci dizedeki parmağını dişleme hayretin bir göstergesidir. Bunu öyküsünü de ikinci dizede anlatmış.
Hz. Muhammed Hudeybiye’de konaklarken şiddetli sıcaklar başlar O kadar şiddetli sıcak oluyor ki Müslümanların yanlarında getirdikleri su tahminlerden erken tükeniyor, sadece bir tek kırbada azıcık su kalıyor. Ensar, o kırbayı Hz. Muhammed’e getirip “Ya Resulallah! Bu sudan başka suyumuz kalmadı.” der. O kadar susamışlardır ki hepsi de belki benden daha fazla susayan bir mümin kardeşim vardır diye suyu içmemekte direnmişler ve halsiz düşmüşlerdir. Pek çoğu da Hz. Muhammed susayacak olursa o içsin diye hakkından feragat etmişlerdir. Peygamberimiz bunu üzerine elinin birini kırbaya koymuş, öteki elini göğüs hizasında kaldırmış ve beş parmağından beş oluk halinde sular akmaya başlamıştır. O gün o sudan herkes kana kana içip, abdestini alımıştır. Kırbalarını doldurup Medine’ye dönmüşlerdir. (Bir rivayete göre de bu olay Tebük Savaşından önce hicretten iki yıl önce yazın çok kurak geçmesi üzerine yaşanmıştır bu olay.)
İnsan parmağını dişlediğinde de kan çıkar, kan da bir çeşit sudur. Peygamberimizin parmağından su akması gibi parmağını her kim dişlerse dişleme eylemi parmağı kanatır. Bu beyitte su-kan ilişkisi vardır.

21. Dostu ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su

Mâr: Yılan
Zehr-i mâr: yılan zehri
Âb-ı hayat: Ölümsüzlük suyu
Hasm: Düşman

(Dostu yılan zehri içse bu zehir onun dostu için âb-ı hayat olur. Fakat, düşmanı su içse o su düşmanına elbette yılan zehrine döner.)

Tezat-Tenasüp: Dost düşman, yılan zehri, âb-ı hayat.
Telmih: Peygamberin mucizesine atıf.
Leff ü neşr: Dost-hasım, zehr-i mâr-su, olur-döner, âb-ı hayat-zehr-i mar” kelimelerinde. 1. mısrada sıralanan kelimelerin tamamlayıcı karşılığı 2.mısrada verilmiştir.

(AB-I HAYAT) Hızır, İlyas ve İskender ab-ı hayatı bulmak için yola çıkarlar. Vardıkları yerde oranın halkı ab-ı hayatın karanlıklar ormanını geçince (veya karanlıklar ormanında) olduğunu söylerler. Yollarına devam ederken yol üçe ayrılır. Onlar da eğer suyu bulurlarsa birbirilerine haber vermek şartıyla üçe ayrılıp suyu aramaya devam ederler. Sonra Hızır ve İlyas bir yerde karşılaşır. Onlar birlikte aramaya devam ederler. İskender de tek başına. Yorulunca bir ırmağın kıyısında oturup balık yerler, ırmaktan bir damla balığın üzerine düşer ve balık canlanıp ırmağa atlar. İlyas ve Hızır böylece bu suyun ab-ı hayat olduğunu anlarlar. Kana kana içip ölümsüzlüğe kavuşurlar. Ama Allah onlara bunu İskender’e söylememelerini emreder. Onlar da söylemez.
Zehir bazen tedavi amaçlı kullanılır. O zaman insanı hayata döndürür. Yılan zehrine alışık olduğunuzda zehri size hayat verir.
Peygamberimiz yılan sokan birine yılanın soktuğu yeri tükürüğüyle mest etmiş ve hayatını kurtarmıştır.
Hz. Ömer’e Mısır’da zehir içirmelerine rağmen zehrin onu etkilememesi.
Zehir Hz. Muhammed’in dostlarını etkilemiyor. Ab-ı hayat oluyor. Diğer bir taraftan;
Tebük’ten dönerken Semud kavmi’nin harabelerinden geçilir. O sırada Müslümanlar oradaki sudan kırbalarını doldurup ekmek yoğurmaya başlamışlar. Hz. Muhammed ise hepsini döktürmüş. Çünkü oradaki suyun pis olduğu Allah tarafından kendisine bildirilmiştir. Suyun pisliği sadece moleküler yapısından değildir. İçeni ahlâken de zarar uğratacak yapıdadır. Hastalık bulaştırmasın diye temiz görünen suyun kullanılmasını engelliyor.
Hicret sırasında Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekir’le bir mağaraya girerler. Hz. Muhammed bir ara başını Hz. Ebu Bekir’in dizine yaslayarak uyur. Bu sırada bir delikten zehirli bir yılan gelir. Hz. Ebu Bekir yılanın Hz. Muhammed’e zarar vereceğini korkusuyla geldiği deliği ayağıyla kapatır. Yılan sürekli çıkmak ister, ayağını sokat; ama o inatla çekmez. Bir süre sonra Hz. Muhammed uyanır ve Hz. Ebu Bekir’in acısını anlar. Hz. Ebu Bekir de olanları anlatır. Hz. Muhammed zehri etkisiz hale getirir ve yılana çağırıp neden böyle yaptığını sorar. Yılan da onun güzel yüzünü görmek için yaptığını söyler.

 

Henüz Yorum Yok

Cevap Yaz

Tüm alanları doldurunuz