26 Nisan 2024 / 17 Şevval 1445

Maviden Yeşile

unnamed

Bismihi Subhan…

Cennet yurduna ve oranın sakinlerine selam ile..

Değişim, Hz. Âdem’e, Hz. Havva’nın verilmesi ile başladı. O güne kadar Hz. Âdem, “kendisine ikram edilen”di. Kalbinde duyduğu yalnızlık hissinin karşılığında, onun kalbi sükun bulsun diye (1) Hz. Havva yaratıldı ve onun gönlüne ikram edildi. Bu öncekiler gibi değildi. İlk kez ikram edilenden sorumlu tutuldu Hz. Âdem.

Olaylar zinciri yeryüzüne ulaştığında Hz. Âdem artık bir peygamberdi. Çünkü insanoğlu yeryüzünde çoğalmış, Hz. Âdem’in kendi zürriyetinden bir ümmeti olmuştu. O, şükür yurdundan sabır yurduna intikal eden mübarek bir insandı ve onun bu halden hâle geçişi, bir daha asla çıkmayacağı/ çıkarılmayacağı ebedi istirahatgâhına dönmekle ödüllendirildi.

Hz. Havva bir kadın olarak Hz. Âdem için yaratılıp onunla beraber yeryüzüne indirildiğinde, kadınlığın en birincil ihtiyacı olan sevilme-sahiplenilme ile nimetleniyordu. Hz. Âdem, onu kendinden bir parça gibi koruyor, kolluyor, seviyordu. Bu sevgiye muhtaç halini, Allah-u Teâla, ona annelik payesi vererek giderdi. Kendisine merhamet edilendi. “Zorluk üzerine zorlukla”(2) başlayan annelik yazgısı, günahlarına keffaret olacak doğum olayı ile farklı bir boyut kazandı. Sinesine verilmiş nimet ile beslerken yeni doğan bebeği, artık merhamete muhtaç olan değil, kendisinde “Rahman ve Rahim” isimleri tecelli edendir. Annelik onun ayaklarının altına cenneti serdi. Bu değişim, onun için Rabbinin rızasına ermekti.

Bunlardan biri Hz. Ömer’di. Rasulullah (s.a.v) Müslümanların baskıdan bunaldığı günlerden birinde ellerini açmış, iki Ömer’den (3) biri ile İslâm’ı kuvvetlendirmesi için Allah’tan yardım istemişti. Bu duasına, Mekke’de maddi-manevi güç ve nüfusun en kuvvetli sahiplerinden biri olan aynı zamanda kızdığında önüne geçilmez olmakla nâm salmış Ömer b. Hattab’ın, Tarık Suresini dinlemesiyle hidayet bulması şeklinde icabet olundu. Evet, Hz. Ömer güçlüydü ve asabiydi; ama âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygambere iman etti. Bu yüzden öfkeyle yaşaması düşünülemezdi. Söküp atamazdı da… Hz. Ömer, içine sarı katılan ve kendi durumunu terk etmeden tamamen başka bir renge bürünerek, yeşile dönen mavi gibi,  asabiyet rengine, iman rengini ekledi. Artık bambaşka bir Ömer’di. Tarihe adını “ Adaletli Ömer” diye yazdırdı.

Peygamber Efendimizin sav amcalarından biri olan Ebu Süfyan vardı bir de. Uzun seneler boyunca İslam’la ve Müslümanlarla mücadele etti. Bedir Savaşı’nı Müslümanlar kazandığında, kervanı kurtarmış olduğuna sevinemedi bile. “Biz kervanı kurtardık ama herkes, bu savaşı, Muhammed’in Rabbinin kazandığını konuşacak.” diye günlerce yas tuttu. Aklı daima nefsinin hizmetinde çalışıyordu. Tâ ki Mekke fethedilinceye kadar. Fetihle beraber Allah’ın rahmeti de İslam Ordusunun üzerine inmişti. Ordunun her bir mücahidi ise Mekkeli müşriklerin arasında asayişi sağlamakla görevliydi. Şahsî değil de umûmî olarak inen bu rahmet nimeti, o gün küfür batağındaki Mekkelilere ilaç gibi geldi ve onları gafletten uyandırdı. Bu uyananlardan biri de Ebu Süfyan’dı. O günden sonra, Allah’ın teveccühüne mazhar olan, sahabe olma şerefine ermiş bir insan olarak yaşadı. O Allah’tan razıydı, Allah da ondan razıydı.(4)

Bunlar, ashab-ı güzinin İslam’ı kabulünden önceki zamanlarını irdelemek, eleştirmek niyeti ile değil (hâşâ) onlardaki değişimi görmek, göstermek, küfür batağına bulaşmış nefislerinden kurtulup yeniden elest bezmindeki kimliklerine dönme mücadelesinin farkına varıp ibret almak için zikredilmiştir.

Bütün bunlardan sonra;

Rahmet Peygamberinin, gaflete dalmış olan ümmeti olmaktan kurtulma vaktimiz gelmiştir. “Gelişmiş toplum” başlığıyla uyutulmaya çalışılan, genç, dinamik, güçlü ama gelişmeyi “değişme” olarak anlayan, müsbet- menfi ayırt etmeden, her türlü değişimi gelişim kabul eden bir toplum olmayı reddetmeliyiz. Değişmeliyiz. Bu öyle bir değişiklik olmalı ki öz benliğimizden, kültürümüzden, manevi kaynaklarımızdan vaz geçmeden. Hz. Ömer’in, Hz. Ebu Süfyan’ın, Hz. Vahşi’nin yaptığı gibi… Renklerini koruyarak ancak, yeni bir rengin sıfatına bürünmeye razı olarak. İnsanlığımıza İslam’ı katarak… Yeni bir renge boyanarak yani mü’min olarak. Bunun yollarını aramalıyız. Değişimimiz, müsbet gelişmelere sebep olmalı. Dünyamızı ve ahiretimizi kapsamalı, kurtarmalı, süslemeli.

Nasıl?

Önceliklerimizi belirleyerek:

–  Kimiz?

–  Kim olmalıyız?

–  Nelerden vaz geçmeliyiz?

–  Nelere sarılmalıyız?

Kıymet bilerek:

–  Zaman

–  Sıhhat

–  İlim

–   Akıl,

Hayata geçirerek:

–  İlk emre tâbi olmalıyız: Okumalıyız!

–  Kelâmullah’ı

–  Sünnetü’r- Rasûlü

–  Kâinat kitabını

En güzel ve ihlaslı, en razı olunacak halde varmak için huzur’a… farkında olmalıyız ve bu farkındalığı yaymalıyız. Yaptığımız her işi, Allah’a hesabını vereceğimizi bilerek yapmalıyız.(5) Kişisel gelişim, sosyal gelişimi tetikler. Sosyal gelişim, rahmeti celbeder. Topluma inen rahmet, Mekke’nin fethinde insanları nasıl etkilemişse öyle etkiler. Öyleyse bu değişim ve gelişim için “sadece benimle olacak bir iş değil ki!”  bahanesini terk edip “benimle başlayacak, benimle devam edecek bir hizmet” düsturu ile çalışmalıyız. Muaffakiyet Allah’tan (c.c.), zafer Allah’tan (c.c.) , inayet Allah’ tan (c.c.) dır. Tevekkeltü Teâlallah.

Melahat Güngör
(1)   A’raf 7/ 189
(2)   Lokman 31/ 14
(3)   Ömer b.  Hattab , Amr (Ömer) b. Hişam (Ebu Cehil)
(4)   Beyyine 98/ 8
(5)   Muharrem Nureddin Coşan