28 Mart 2024 / 18 Ramazan 1445

İslam’da Kardeşlik

İslam dini kendi toplumunun esaslarını belirlerken inançta tevhidi, cemiyette de uhuvveti (kardeşliği) esas almıştır. İslam toplumu sınırları imanla çizilmiş kardeşler topluluğudur. Bu toplumda tek belirleyici unsur imandır. Ön şartı da Lâilâheillallah Muhammedu’r-Rasûlüllah demektir. Bu cümleyi söyleyen herkes İslam toplumunun üyesi ve Müslümanların kardeşidir. Bu kardeşliğe, ırk coğrafya gibi farklılıklar engel teşkil etmez. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de “Müminler ancak kardeştirler”,[1] ifadesiyle belirlenmiş, Rasûlüllah’ın dilinde ise, “Müslüman Müslümanın kardeşidir”,[2] şeklinde ifade edilmiştir.

Kardeşlikleri Kur’an ve sünnetle belirlenmiş olan Müslümanlar, Medine İslam toplumuyla o kardeşliği yaşamaya başlamıştır. Bu kardeşlik, Mekke’de itinayla oluşturulmaya çalışılmış, uygulaması Medine’de toplumlar arasında gerçekleştirilmiştir.

Uhuvvet, kardeşlik deyimi veya Muâhât (kardeşleşme) yalnızca İslam literatüründe vardır. İslam müminin mümine kardeşliğini bir rahmet, bir bereket ve bir nimet gibi sunuyor. En önemlisi cennetin şartı imana, imanın şartı da kardeşliğe ve birbirini sevmeye bağlanıyor.

Resûlüllah Efendimiz buyuruyor;

“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız”.[3]

Kardeşlik bağı aynı zamanda sorumluluğu da beraberinde getiren bir bağdır. Üstelik İslam’a inanan insanların sayısınca büyüyen bir sorumluluk. Hz Peygamber kardeşler arasındaki her münasebette, Müslümana kendi nefsini ölçü almasını öğütlemiştir. Şöyle buyurmuştur: “Hiçbiriniz kendisi için sevdiğini din kardeşi için de istemedikçe olgun mü’min olamaz”.[4]

Bu hadis-i şerîf din kardeşliğinin sorumluluk boyutunu geniş manada bildirmekle birlikte, başka hadislerle de bu sorumluluk alanlarını pekiştiriyor, vurgu yapıyor.

Hucurât sûresinde “Müminler ancak kardeştirler”[5] buyurulduktan sonra din kardeşliğinin getirdiği sorumluluklar sıralanmaktadır.

Anlaşmazlığa düşen Müslümanların ve Müslüman grupların aralarının bulunması, Müslümanlarla alay edilmemesi, çirkin lakaplarla çağrılmaması, su-i zanda bulunulmaması, gizli yönlerinin araştırılmaması, gıybet edip çekiştirilmemesi gerektiği ifade edilmektedir.[6]

Başka bir hadis-i şerifte de Efendimiz:

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, yalan söylemez ve onu sahipsiz bırakmaz. Müslümanın her şeyi; ırzı, rızkı, malı, kanı Müslümana haramdır. Takva işte buradadır. -kalptedir- Bir kişiye Müslüman kardeşine hakaret etmesi kötülük olarak yeter.[7]

Bütün bu ilâhî emirler ve tavsiyeler Müslümanın Müslüman kardeşine ne eliyle ne de diliyle zarar vermemesi gerektiğini bildiriyor. Zaten peygamber efendimiz de olgun Müslümanı tarif ederken; “Olgun Müslüman, öteki Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir,” diyor. [8]

Diğer taraftan kardeşliğin bir gereği olarak Müslüman Müslümanın sevincini paylaşacak, üzüntüsüne ortak olacaktır. Sıkıntıya, zulme uğrayan Müslümana yardımcı olmak da yine “kardeşlik” gereğidir.

Peygamber Efendimiz;”Zâlim olsun, mazlum olsun; kardeşine yardım et.” buyurmuş, mazluma yardımı anladık ama zalime nasıl yardım ederiz, diye sorulunca da; “Onu da zulmünden vazgeçirirsiniz, bu da ona yardımdır”,[9] buyurmuştur.

Resûlüllah Efendimiz bir başka hadiste Müslümanların diğer Müslüman üzerindeki hakları şöyle sıralanmıştır: “Karşılaştığın zaman ona selâm ver, seni davet ettiği zaman davetine git, senden öğüt istediği zaman ona öğüt ver, aksırdığı zaman “elhamdülillah” derse yerhamükellah (Allah sana rahmet etsin!) de, hasta olduğu zaman onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinde bulun”,[10] buyurmuştur.

Sıraladığımız hadisler müminlerin kardeşliği, duygu, düşünce ve tavırlarda bütün müminlerin birlikte, tek vücut olmasını gerektiriyor. Bu hususu da peygamberimiz şöyle belirtiyor: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvları da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar”.[11]

Diğer taraftan Müslümanın Allah’ın (c c) yardımına mazhar olabilmesi de kardeşinin yardımında olmasına bağlanmıştır. Nitekim “Kul kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımındadır”,[12] buyurulmuştur. Din kardeşliği çerçevesinde mü’minlerin birbirlerine karşı vazifelerini kardeşlik hukukuna göre yerine getirmeleri ahirette de karşılık bulacaktır. Zira Peygamber efendimiz:

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu zalime teslim etmez. Kim kardeşinin yardımında bulunursa Allah da (c.c) ona yardım eder. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da (c.c) onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıbını örterse Allah da (c.c) kıyamet gününde onun ayıplarını örter”,[13] buyurmuştur.

Yine “Hangi Müslüman çıplak bir Müslümanı giydirirse Allah da ona cennet elbiselerinden giydirir. Hangi Müslüman aç bir Müslümanı doyurursa Allah da (c.c) ona cennet meyvelerinden yedirir. Hangi Müslüman susuz birini içirirse Allah da (c.c) ona misk kokulu cennet içeceklerinden içirir”, buyurulmuştur.[14]

Hâsılı İslam ümmetini diriltecek, birbirine bağlayacak ve kenetleyecek en kuvvetli bağ, başka hiçbir inanç sisteminde bulunmayan kardeşliktir. İslam’ın öngördüğü, Hz. Peygamberin Asr-ı saâdette tesis ettiği kardeşlik Müslümanlar arasında yeniden tesis edilebilirse bugün Müslümanların yaşadıkları ıstıraplar, sıkıntılar, yokluklar, çaresizlikler son bulacaktır. Hayatı yaşanılabilir hale getirmenin yegâne yolu da şüphesiz kardeşlik anlayışının hayata geçirilmesinden geçmektedir.

Nezihe SAĞLAM

[1] Hucurât, 49/10.

[2] Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 59.

[3] Buhârî Edebu’l-Müfred 989; Müslim 54/ 93; Ebû Davud 5193; Tirmizî 2828; İbni Mâce 68.

[4] Buhârî, İman 7; Müslim, İman, 71-72.

[5] Hucurât, 49/10.

[6] Hucurât, 49/9-12.

[7] Tirmizî, Birr 18.

[8] Buhârî, İman 7: Müslim, İman 71, 72; Tirmizî, Kıyâme 59; Nesâî, İman, 19, 33.

[9] Buhârî, Mezâlim 4.

[10] Dârimî, İstizân: 5; İbn Mâce, Cenâiz: 4.

[11] Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66.

[12] Müslim, Zikir, 38; Ebû Davud, Edeb, 68.

[13] Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 59; Ebû Davud, Edeb, 38; Tirmizî, Hudûd, 3.

[14] Ebû Davud, Zekât, 41; Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 18.